1. Sayı (Mart 2022)

1970’lerin ortalarında küresel çapta ortaya çıkan ekonomik krizden çıkış yolu olarak neo-liberal politikaları uygulamaya başlayan burjuvazi, bu yolla hem düşen kâr oranlarını kısmen artırma hem de işçi sınıfını atomize etme fırsatını ele geçirmiş oldu. Bunu ise uzun yıllar süren mücadeleler sonucu kazanılmış olan haklara el koyma, aynı işi yapan işçileri farklı statü ve ücretlerle istihdam etme yoluyla uygulamaya koyabildi. Türkiye işçi sınıfının örgütlülüğü 12 Eylül öncesinde neo-liberal politikaların uygulanmasına izin vermedi. 24 Ocak kararları Türkiye’de neo-liberalizmin miladı olarak, işçi sınıfı ve ezilenleri burjuvazi karşısında tutsak kılan 12 Eylül darbesinin tüm mücadele odaklarını dağıtmasıyla da uygulama alanı kazandı.

Özal ile özdeşleşen bu neo-liberal saldırı dalgasında, AKP yeni bir yoğunlaşma düzeyini işaret ediyordu. AKP iktidarının ilk yıllarında çalışma yaşamını işçiler açısından yüz elli yıl geriye götüren, esnek çalışmayı yasal güvenceye kavuşturarak yeni bir tür köleliği dayatan 4857 sayılı İş Yasası yasalaştı. Cumhuriyet tarihinin en fazla grevi AKP hükümeti döneminde “erteleme” adı altında yasaklandı. AKP’nin tarihi, Türkiye sermaye sınıfının birikim ve kârlılık krizini aşmak için işçi sınıfının haklarına saldırı tarihidir.

Yoksuldan al zengine ver

AKP hem pandemi döneminde hem de bu ağır kriz koşullarında çeşitli araçlar ile yoksullardan zenginlere kaynak aktarımının yeni yollarını yaratmaktadır. 20 Aralık akşamı açıklanan “Kur Korumalı TL mevduat hesabı ” sistemi ile bu doğrultuda önemli bir adım daha atılmış oldu. Saray’ın  “yeni” bir strateji gibi pazarlamaya çalıştığı sistem aslında başta bütçeler aracılığıyla 20 yıldır sürdürülen yoksullardan zenginlere servet transferi yapma yani yoksuldan alıp zengine verme politikasının devamıdır. Bankalardaki mevduatın büyük bölümüne sahip olan azınlığın parasına hem faiz hem de kur farkı garantisi getirilerek, yük yine halkın sırtına yıkılmaktadır.

Emekçiler daha fazla borçlanıyor

2021 yılı, 19 yıllık AKP iktidarı boyunca halkın en fazla borçlandığı yıl olarak kayıtlara geçti. 2022 yılı Ocak ayı itibariyle halkın toplam borcu 1 trilyon lirayı aşmış durumdadır. Halkın bankalara ve finans şirketlerine olan borcu 807 milyar liraya çıkarken kredi kartı borcu 210 milyar liraya ulaşmıştır. Ödenemediği için yasal takibe düşen borç miktarı ise 25 milyar lirayla tüm zamanların rekorunu kırmıştır. Merkez Bankası’nın son verilerine göre hane halkı borcunun milli gelire oranı son 19 yılda 8 kat artarak yüzde 2’den yüzde 16’ya, harcanabilir gelirine oranı ise 10 kattan fazla artarak yüzde 4,3’ten yüzde 46’ya çıkmıştır. Halkın önemli bir bölümü, sürekli şişen bir balon gibi ağır borç yükü altına girerken bu durumun daha fazla sürdürülebilmesi mümkün değildir.

Pahalılık dayanılmaz boyutlarda

3 Şubat’ta açıklanan TÜİK verilerine göre tüketici enflasyonu aylık yüzde 11,1 oranı ile yıllık yüzde 48,69 artmıştır. Üstelik son yirmi yılın zirvesini gösteren bu veriler, yine Ali Cengiz oyunları ile perdelenen verilerdir. Emekçilerin gelirlerinin önemli bir bölümünü ayırmak zorunda kaldığı, en çok zam gören kalemlerin başında gelen gıda ve alkolsüz içeceklerin enflasyon hesaplamasındaki ağırlığı ise azaltılmıştır. Bağımsız kuruluşların hesaplamalarına göre yıllık enflasyon yüzde 115 olarak gerçekleşmiştir.

Sermayenin saldırıları artıyor

Sermaye saldırıları karşısında sürüp giden hak kayıpları, ağırlaşan sömürü, ücretlerde düşüş, uzayan çalışma saatleri, kötüleşen çalışma koşulları, gittikçe artan kapitalist keyfiliği göstermektedir.  Aynı zamanda iş güvenliği ve işçi sağlığı önlemlerinin sistematik olarak aşındırılması, erişilmez hale gelen emeklilik, sosyal güvenliğin kuşa çevrilmesi, artan iş cinayetleri, bütün olarak işçi hareketinin verili gerçekliğinin bir boyutunu oluşturmaktadır. Türkiye işçi sınıfının çoğunluğunun içinde soluk alıp verdiği bu koşullar ve riskler, işçilerde kamuoyu gündeminde kendine yer açma yönünde ciddi dürtüler doğurmakta, gittikçe yakıcılık kazanan “hak mücadeleleri” alanına ve yeni bir işçi hareketinin yataklarından birine işaret etmektedir.

Türkiye’de özellikle de derinleşmekte olan kriz koşullarında işçilerin bölüşümden kaynaklı sorunları daha da artacaktır. Türkiye’de işçilerin yaklaşık yüzde 65’i asgari ücretli olarak çalışmakta olup ücret gelirlerinin milli gelir içindeki payı son 15 yılda yüzde 50’den yüzde 30’a kadar gerilemiştir. Resmi verilere göre 13 milyon,  gerçekte 30-40 milyon civarındaki yoksul halkın yüzde 40’ını bizzat çalışan işçiler oluşturmaktadır. Yoksulluk haritası içinde ise Kürt illeri (yüzde 60’ları aşan oranlarda) başı çekmektedir. Her geçen gün gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk bizzat devlet eliyle yani ikincil bölüşüm denilen vergi, bütçe vb. uygulamalarla daha da derinleştirilmektedir.

Direnişler ve umut büyüyor

Bugünlerde artan sayıda, çeşitli türden işçi direnişlerine, işgallere, grevlere ve sendikalaşma mücadelelerine tanık oluyoruz. İşçi sınıfında önemli bir direniş eğiliminden söz etmemiz mümkün. Fakat hâlâ pek çok gösterge bugün yükseliş halinde değil, sermaye saldırıları karşısında gerilemiş ve uzunca bir süredir aşamadığı bir krizle cebelleşen bir işçi hareketiyle karşı karşıya olduğumuza işaret ediyor. Bugünkü kriz tablosunun içinde aynı zamanda yeni bir toparlanmanın fırsatları, işçi hareketinin yeniden kuruluşunun imkânları ve ipuçları saklıdır.

Sermayenin hakimiyetine son vermek için işçi sınıfının yeni bileşimiyle siyasallaşarak tarih sahnesine çıkması gerekiyor. Kavel, 15-16 Haziran, DGM, Profilo, Tariş direnişlerinin yaratıcısı Türkiye işçi sınıfı, kapitalistlerin karşısına bir sınıf olarak çıkarsa Türkiye siyasetindeki tüm taşlar yerinden oynayacaktır. Artan bu grev ve direnişlerin siyasal bir işçi hareketinin ortaya çıkmasına hizmet edebilmesi için sosyalistlerin de boylu boyunca sınıf çalışmasına yönelmesi, siyasetinin eksenine işçi sınıfının çıkarlarını koyması gerekiyor.