1. Sayı (Mart 2022)

Kapitalizm krizde. Küresel bir kriz bu. Üstelik yalnızca ekonomik bir kriz olmadığını söylemek sıra dışı bir değerlendirme değil. Krizin şiddeti, sosyal ve politik boyutlarıyla da görünürlüğe sahip. Kapitalistlerin kriz karşısında uyguladıkları politikalar, emekçilerin kazanılmış haklarının sistemli ve sıralı bir biçimde gasp edilmesi, artı değer sömürüsünün yoğunlaştırılması, krizin ağır faturasının emekçi yığınlara ödetilmesi. Bireylerden oluşmayan toplumun tüm bireysel kaçış alanları bu bağlamıyla ortadan kalkarak sosyal ve kültürel sorunların ağırlaşmasını, sınıf çelişkilerinin görülmemiş ölçüde keskinleşmesini, toplumsal bir çürümeyi beraberinde getiriyor.

Haydi kadınlar işe!

’70 krizi ile başlayan, 1980’lerin başında neoliberal iktisat politikalarının kapitalistlerce devreye sokulmasıyla devam eden sınıf karşıtlığı, 90’lar boyunca geçmişe nazaran en yüksek düzeyine ulaşırken de kadın yoksulluğundan biz kadınlar olarak söz etmekteydik. 2000’li yılların ikinci on yılında kullanımı yaygınlaşan “yoksulluğun kadınlaşması” kavramsallaştırması bu bağlamıyla bir “yeni”ye işaret etmediği gibi, patriyarkal tarihselliği de sacayağının diğer tarafı olan kapitalizme çubuğu bükerek kısmen bir eksiğe yol açmaktadır; emek piyasasına vurgu yaparken hane içi ekonomik dinamikleri ikincilleştirmektedir. Kadın yoksulluğu kadınlar açısından yeni bir deneyim değildir oysa. “Kısacası patriyarka ile kapitalizm, karşılıksız emek dolayımıyla tarihsel olarak somut bir bütün oluşturuyor. (…) Bu bütünün oluşmasında kadın emeği esas halkayı oluşturuyor. Dolayısıyla da patriyarkal kapitalizm içinde kadın emeğinin dinamiklerini kapitalizmden tümüyle soyutlayarak tahlil etmek mümkün değil. Kuşkusuz, patriyarkanın karşılıksız emek sunumu, kapitalizmin gerek kuruluş sürecinde gerekse de kendini yeniden üretirken onun hep gizli zemini ve onu dışarıdan besleyen bir kaynak olagelmiştir. (…) Kapitalizmin her türlü emek gücünü metalaştırma eğilimi yanında ikinci bir ihtiyacı da emek gücünün maliyetini düşürmek ve yeniden üretimini sermaye dışından girdilerle (karşılıksız ev emeği) sağlamaktır. Bu, karşılıksız ev emeğinden esas olarak evdeki erkeğin yararlandığı gerçeğiyle çelişmez. Bu noktada patriyarka ile kapitalizm arasında bir uyumdan söz edilebilir. Ve kapitalizm-patriyarka ilişkisinde bazı dönemlerde bu uyum öne çıkar, bazı dönemlerde de gerilim…” (Savran, Feminizm Yazıları-21)

Kategorik olarak kadın ve erkek emeği arasındaki farkın, patriyarka ile açıklanagelen bir eşitsiz gelişimi içerdiğini, hane içi ücretsiz kadın emeğine içkin olan alanların kapitalistlerce neoliberal dönemde “kadınlaştırılarak” rekabet ilişkileri açısından öne geçmede kullanılageldiğini tespit etmek gerekir. 80’lerde başlayan ve 90’lar boyunca devam eden bilişim teknolojisine dayalı sanayi politikaları ile bilişim yatırımları, istihdamın yeni alanlara, hizmet üretimine, ağırlıklı kaymasına neden oldu.  Bu süreç “kadınlaşan” temizlik, bakım, eğitim, sağlık, bankacılık, tekstil gibi sektörlerde kadınların daha fazla sayıda iş pozisyonuna yerleşmesini, kadınların esnek işlerde çok daha kolay uyum sağlamasını beraberinde getirdi. Aynı dönemde gerek dünya ölçeğinde, gerekse de Türkiye’de kadın kurtuluş mücadelesi ve feminist mücadelenin kazanımlarının devlet kurumları da dâhil olmak üzere arttığını görmemiz mümkün.

’70 krizi ve uzantısı olarak şekillenen 80’ler, 90’lar bağlamında baktığımızda kapitalizmin kendi krizini aşmak için bir çözüm (!) olan ücretli kadın emeği, 2000’li yıllarda adım adım gelişen yeni kriz dinamikleriyle (“kadınaşan” sektörlerin krize girmesiyle) vazgeçilir olmuştur. Kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda, patriyarkanın da yardımıyla şekillenen kadın emeğine ihtiyaç dönemi sona ermiş, sermayenin karlılığı açısından düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmanın ve esnek üretim süreçlerinin parçası niteliğindeki bu emek ücretli piyasanın bu yönde şekillenmesine de hizmet ederek “ev”e gönderilmiştir.

Öncelik evin reisine…

Toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü kadınların ev içi ve ücretli emek piyasasındaki konumlarını ve onların yoksullaşmasını belirleyen önemli bir faktördür. Cinsiyetlendirilmiş iş bölümü sonucunda kadınların ev içi ücretsiz emekleri, (çocuk ve yaşlı bakımı, temizlik, yemek yapmak…) bu işler için harcanan zaman, kadınların temel rollerinin ev içinde tanımlanması, kadın kimliğinin üretim piyasasında konumlarının ele alınış biçimlerini ideolojik olarak belirlemekte, etkilemektedir. Erkeklerin elde ettikleri gelir hanenin temel kazanç kaynağı olarak görülürken, kadınların kazandıkları gelirler aile ekonomisine katkı olarak algılanmaktadır.

Pandemi ile birlikte daha da görünür hale gelen ekonomik kriz, kadınların işgücü piyasalarındaki varlığını tam da bu cinsiyetçi iş bölümü “sayesinde” patriyarka lehine bozmuştur. İşsizliğin genişlemesiyle kadın işsizliği paralel bir biçimde artmış, gündelikçi olarak çalışmanın olanakları daralmış, ürettiği mal ve hizmetlerin karşılığı olarak ailenin yeniden üretimini sağlamak için gerekli miktarın altında kazanç sağlayan erkek (emeği) hane içinde ücretsiz kadın emeğinin yükünü artırmıştır. Tek başına yaşayan kadınlar giderlerini karşılayamaz hale gelmiş, böylesi piyasa koşullarında boşanabilmenin olanakları daralmış; nafaka gaspı, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali gibi patriyarka lehine iktidarlarca alınan kararlar kadın yoksulluğunu, kadının erkeğe bağımlılığını artırarak yeniden üretim rejiminde kadın emeğine ve bedenine el koymayı kolaylaştıran örtülü anlaşmaların uygulayıcıları olmuşlardır.