1. Sayı (Mart 2022)

Dünya kapitalizmi artık kendisini palyatif tedbirlerle ayakta tutuyor ve krizin şiddetlendirdiği pazar paylaşımı, rekabeti soğuk savaştan sıcak savaşlara doğru tırmandırıyor. Dünya kapitalizminin artık tek umudu, ne zaman gerçekleşeceği ve hangi faturaları getireceği tam olarak bilinemeyen dördüncü sanayi devrimiyle birlikte yaratılabilecek olan yeni bir sermaye birikim modelinde. Bu gerçekleşinceye kadar da ayakta kalabilmek için akıl almaz bir rekabet dünyayı iktisadi, siyasi, ekolojik krizlere mahkûm ediyor, sadece sömürünün derinleştirilmesine değil, “felaket kapitalizmi” belirlemesini haklı çıkararak insanlığın varoluş koşullarının da tehdit altına girmesine neden oluyor.

Ukrayna-Rusya savaşı değil, ABD’nin tüm dünyaya dayatması

Rusya’nın Ukrayna’yı istilasını da bu çelişkilerin uç verdiği bir gelişim olarak görmek gerekiyor. Yeniden paylaşım ihtiyacı öylesine şiddetli bir hale gelmiştir ki, Çin’le olan rekabet, uluslararası anlaşmalara rağmen ABD’nin ona karşı ambargolar uygulamasıyla kalmamakta, Avrupalı ve Asyalı müttefiklerini de kendi şartlarına razı edebilmek için gerilimi artırma politikası izlemesine neden olmaktadır. Pazar paylaşımı açısından Ukrayna çok önemli bir ülke olmasa da, gerilimlerin artırılması ve şartlarını müttefiklerine dayatabilmek açısından ABD için özel bir rol oynamaktadır. Rusya ve Çin’le olan iktisadi ilişkilerini sürdürmek arzusunda olan Almanya, Fransa ve İtalya, ABD’nin zorlamalarının bir neticesi olarak Rusya’nın attığı işgal adımı karşısında, Rusya’ya karşı uygulanan ambargoya ister istemez katılmak ve ABD’nin yarattığı yeni şartlara mahkûm olma durumuna sürüklenmişlerdir. Bu durumun sadece Rusya’ya değil enerji ihtiyacının büyük kısmını Rusya’dan karşılayan ve onu büyük bir pazar olarak değerlendiren Avrupa ülkelerine de getireceği ağır faturalar olacaktır.

Gerilimin yeni bir safhaya girdiği bu düzeye yükselmiş olması dünyanın başka bölgelerinde birikmiş olan patlayıcıların da tetiklenmesine, özellikle Asya-Pasifik bölgesindeki gerilimin şiddetlenmesine yol açacaktır. Bu durum ilişkilerin nispeten barışçıl sürdüğü ve dolaysıyla da küçüklere, büyük güçlerin yarattıkları boşluklarda hareket edebilme imkânı tanıyan devrin de sonuna gelinmiş olması anlamına geliyor.

Türkiye Ukrayna’dan daha şanslı görülemez

AKP’nin iktidara geldiği dönem, SSCB’nin yıkılışı ve Çin’in de dünya pazarında kendisine yer edinme çabalarının sürdüğü ve ABD’nin dünyanın değişik bölgelerinde yürüttüğü politikalarla karakterize oluyordu. AKP de bu politikaların Kuzey Afrika’dan İran’a kadar uzanan, “Genişletilmiş/Büyük Ortadoğu” (BOP) diye yeniden tariflenmiş olan bir alanda yürüttüğü değişikliklere taşeron olarak katılmasıyla iktidar oldu.  Hem bir önceki hükümet döneminde krize karşı alınmış olan tedbirlerin hem de bu taşeronluğun getirileri ile TC bir dönem için dünya pazarında yükselen ülkeler için örnek olarak gösterilebilir bir konuma yükseldi. Ne var ki, ABD’nin alacaklarının esasını almasının ardından planlarının bir noktada tıkanması ve Asya-Pasifik bölgesinin daha büyük bir önemle öne çıkması sonucu RTE’nin taşeronluk görevi sona erdi. O zamana kadar hesapsız kitapsız bir biçimde sürdürülen ahbap çavuş kapitalizminin ABD’den gördüğü destek sınırlanınca, 2013’ten itibaren, mevcut ittifakın iç ilişkileri ağır gerilimlere sürüklenip, kopmaya giderken,  RTE 2016’da gerçekleştirdiği darbe girişimiyle MHP’yi ve Ergenekoncuları da yanına aldı ve faşist bir hükümet kurarak varlığını devam ettirme yoluna girdi.

Faşist iktidar, hile hurdayla kazandığı seçim başarılarını 2019 yerel seçimlerinde tekrarlama imkanını bulamazken, rant kaynaklarının elden gitmesiyle hem ittifakın iç çelişkileri, hem sermaye içi çelişkiler şiddetlenirken hazinenin tüketilmesi ve yoğun para basımı sonucu enflasyonun körüklenmesiyle kitle desteğinin de yok olmaya yöneldiği bir noktaya doğru sürüklendi.

Yandaş sermayeyi sıkıntıdan kurtarabilmek için negatif faiz uygulamasını “Çin gibi kalkınma yöntemi”, o tutmayınca “enflasyon sarmalından kurtuluş yolu” diye göstermeye çalışan RTE’nin sıkışmışlığını sergileyen çok önemli gelişmeler art arda gelmektedir. Rakamlar da gerçeği daha açık biçimiyle önümüze sermektedir: Merkez Bankası’nın net rezervlerinin 160 milyar Dolar kadarlık bir kısmı yandaş sermayenin ayakta kalması için, elbette komisyonuyla birlikte, buharlaştırılmıştır. Enflasyon TUİK’in yalanlarına göre %50, iktisatçıların hesaplarına göre %100’ün üstüne çıkmıştır. Merkez Bankası net rezerv açığı 60 milyar Dolara ulaşmıştır.

Bu gelişmelerin öncesinde RTE’nin bir umudu Çin’in bir sermaye akışı sağlamasıydı. Ne var ki, Çin bu yatırımı TC’ye yöneltmek yerine İran’ı tercih etti ve önümüzdeki 25 yıl için 400 milyar Dolarlık bir anlaşmayı çoktan imzaladı. Çin’in büyümesinin yavaşladığı ve dünya pazarındaki imkânlarının daraldığı bu dönemde artık daha fazlasını beklemek de olanaklı değil.

Dünyanın gerilimlerinin daha da arttığı ve rekabetin şiddetlendiği bir ortamda artık iktidarın daha önceleri büyük devletler tarafından sağlanan destekleri bulabilmesi imkân dışına çıkmıştır. Rusya sayesinde bölgede at oynatan RTE, Ukrayna krizinden sonra her tarafı idare eden politikayı sürdürme şansını da kaybetmiş durumdadır. Almanya’nın direnemediği bir ABD bastırmasına RTE’nin direnme şansı hiç yoktur. Ukrayna’nın işgalini kınarken, Avrupa Konseyi’nde Rusya hakkındaki oylamada çekimser oy kullanmanın faturası çok geçmeden Biden tarafından RTE’nin önüne faiziyle birlikte konulacaktır.

Sokak faşizmin önünü kesecek

Kaybedilen kitle desteği, daralan rantlar ve bunun sonucu olarak da devlet mafya ilişkilerinin iç içe geçmesiyle birlikte iktidar, artık devlet kurumu olma özelliğini kaybederek gittikçe çeteleşmektedir. Ancak bu kadar büyük bir çeteyi yönetebilmek de şimdiye kadar kimseye nasip olmamıştır. En büyük çete olarak örgütlenmiş olan devletler, kanun devleti olmayı, hukuku öyle ya da böyle tanımayı ve toplumsal rızayı üretebilmek için adalet duygusunun tümden ortadan kalkmamasını sağlamayı varoluşlarının olmazsa olmaz koşulu olarak benimsemişlerdir. Mafyanın böyle güçlenmesi ve güncelleşmesi demek, çürüyen bedendeki kurtların faaliyetinin artması demektir. Artan kurtlar bedeni yedikten sonra birbirlerini de yerler. Bütün ölüme yakın hayvanlar gibi, son enerjileriyle ellerindeki şiddet aygıtlarını sonuna kadar kullanıp oradan yeni bir can devşirmeyi deneyeceklerdir. Ama yerel seçimlerin kitlelere kazandırdığı deneyim ve özgüven, bugün sürdürülmekte olan sokak direnişlerinde görüldüğü üzere, onlara bu imkânı vermeyecektir. Faşist iktidarın ideolojik ve politik hegemonyasını kaybettiğine hiç kuşku yoktur. Mesele bugün gelişen kitle direnişlerinin birleşmesini ve sürekliliğini sağlayacak ilişkilerin ve yapılanmaların geliştirilmesindedir.