1. Sayı (Mart 2022)

AKP’nin uyguladığı muhafazakâr politikalar etrafında şekillenen “makbul kadın” algısına karşı kadınlar; kazanılmış haklarını korumak ve daha fazlasını elde etmek için sokaklar başta olmak üzere bulundukları her alanda dayanışmanın ve isyanın sesini yükselttiler; “emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizim” dediler. Buna karşı muhafazakâr iktidar, kadınların karar mekanizmalarına dâhil edilmediklerinin üstünü örtüyor, kadınlar arası farklılıkları manipüle ederek ayrıştırma çabasını sürdürüyor, cinsiyetçi politikalarını “fıtrat” diyerek bu uyguladıkları eşitsizliği doğallaştırmaya çalışıyor.

Aileyi koruma ve güçlendirmeye yönelik her girişimiyle “makbul kadın” imgesini yeniden önümüze koymaya çalışan iktidar, “kutsal annelik” anlayışıyla kadını aileye hapsettiği gibi ev içi emeğini görünmezliğini derinleştiriyor, kadınlar üstündeki erkek-devlet baskısını her geçen gün arttırıyor. 6. Yargı Paketi’yle “evlilik içinde kadınların harcadığı karşılıksız emeğin erkekleri güçlendirirken kadınları güçsüzleştirip yoksullaştırdığının, kadınların harcadıkları emek karşılığında erkeklerden alacaklı olduğunun” (Savran. 2022) itirafı olan nafaka yeniden hedef tahtasına oturtulmuştur. Boşanmayı zorlaştıran, kadını aile içine ve şiddet dolu bir yaşama hapseden nafaka sınırlandırması, kadın bedeni ve emeğinin denetlenmesini sağlayan bir baskı aracı olarak aile kurumunun AKP için ne ifade ettiğinin göstergesidir.

Toplumsal muhalefetin en güçlü kesimi olan kadınlara hakları, hayatları, sömürülen emeklerinden doğru tek bir söz hakkı tanımayanlar, kadınların mücadeleyle elde ettikleri kazanımları ise bir lütufmuş gibi sunuyor. Kadınlar, LGBTİ+’lar ve çocukların yaşam güvencesi olan, cinsel yönelim ve cinsiyete dayalı ayrımcılığı engelleyen İstanbul Sözleşmesi’nden tek adamın imzaladığı bir gece kararnamesiyle çekilmesiyle binlerce kadın “İstanbul Sözleşmesi Bizim, Vazgeçmiyoruz!” diyerek sokağa döküldü. Sözleşmenin varlığının bile aileye dönük bir saldırı olduğunu söyleyerek karşı kampanya örgütleyen erkek zihniyetin karşısında bizler biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun tam anlamıyla uygulansaydı bugün birçok kadın aramızda olacaktı. Kadın cinayetlerinin yakıcılığının feminist hareketin/kadın kurtuluş hareketinin gündemini belirlediği bir ülkede böylesine önemli bir kazanımın geri alınması moral bozukluğuna sebep olsa da kadınlar mücadeleden vazgeçmemiş, “Umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla!” sözünde kastedilen kalabalığı yan yana getiren dayanışmanın kendisini görmüş, hissetmiş, o kalabalıktan güç alıp o kalabalıktan öğrenmiştir.

Ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte Türkiye’nin dört bir yanında işçiler hakları olanı almak için direniyor. Hem ev içinde hem de iş yerlerinde çifte sömürüye maruz kalan kadınlar bu direnişlerin en önlerinde duruyor. Kadınlar tarihten aldıkları güç ile grevlerin ön saflarında haklarını aramaktan bir an olsun tereddüt etmemekte ve bu direnişlerin öznesi ve simgesi olmaya devam etmektedirler.

Faşizmin kurumsallaşma sürecinde devletin Kürt halkına ve Kürt kadın hareketine dönük uyguladığı sindirme politikaları her alanda kendini gösteriyor. Belediyelere atanan kayyumlar, kumpas davaları, yüzlerce kadın tutsak, HDP il binasına yapılan planlı saldırıda katledilen Deniz Poyraz, yaklaşık 800 gün geçmesine ve her yeri kameralarla donatılmış bir şehirde kaybedilen ve hala bulunamayan Gülistan Doku, tercüman olmadığı bahanesiyle şikâyeti dinlenmediğinden katledilmesine göz yumulan Fatma Altınmakas gibi çoğaltabileceğimiz örnekler bu politikaları gün yüzüne çıkarıyor. Gözaltında ve hapishanelerde, cinsel tehditler ve işkencelerle kadınlar üzerinde baskı kurulmaya çalışılırken, dışarıda olduğu gibi içeride de “şüpheli” kadın tutsak ölümleri görülürken, Aysel Tuğluk sağlık koşulları uygun olmamasına rağmen içeride tutulurken Kürt kadın hareketi; ırkçı, militarist ve cinsiyetçi devlet karşısında dün olduğu gibi bugün de kararlılıkla mücadeleye devam ediyor.

Ne Yapabiliriz?

İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden yürürlüğe sokacağını seçim beyannamesinde net ifade etmeyip bunu politikalarıyla göstermeyenlere kadınların oy vermeyeceğini deklare edebiliriz. Nafaka, sığınmaevi ve kürtaj hakkı kampanyaları örgütleyebilir; mahallelerde, grevdeki iş yerlerinde ve okullarda bu hakların gaspedilmesinin patriyarkal tahakkümün yansıması olduğunu açığa çıkaran ortak işler yapabiliriz. Orta öğretim çağında olup eğitim hayatını terk eden genç kadınların tespit edilerek yeniden eğitime dahil edilmesini, eğitim hayatını terk etme nedenlerinin tespit edilerek çözüme dair önlemlerin alınmasını sağlayacak baskı mekanizmaları inşa edebiliriz. Sürekli ve yaygın kampanyalarla, işyerlerinde, okullarda, siyasi partilerde ve sivil toplum örgütlerinde kadın kotası talep edebiliriz. Yalnız annelerin ekonomik olarak desteklenmesi, belediyelerin ücretsiz ulaşım sağlaması, bakım merkezlerinin bu anneler için yine ücretsiz olması için faaliyet yürütecek ağlar yaratabiliriz.

Kadınların ve LGBTİ+’ların ekonomik kriz ve erkek-devlet şiddetine karşı yönünü, kendi sözünü söyleyebileceği alanların yaratılacağı bir ittifak yoluna dönmesi zorunludur. “Üçüncü yol” diye tariflediğimiz en geniş demokrasi cephesinde yer alarak kadınlar, düzen içinde kalan ve erkek aklı temsil eden ittifaklara mecbur olmadığını göstererek kendilerini bu cephenin bir öznesi olarak ortaya koymalıdırlar.

Patriyarkal kapitalist sistemin kadınlar ve LGBTİ+’lar üzerinde uyguladığı ayrıştırma ve baskı politikalarına karşı söyleyecek sözümüz var!

Çünkü biz dünyanın yarısıyız.

Jin, jîyan, azadi!

Kaynakça

Savran, G. A. (2022, Ocak 21). Boşanma ve nafaka üzerine kısa bir not. Çatlak Zemin: https://catlakzemin.com/bosanma-ve-nafaka-uzerine-kisa-bir-not/ adresinden alındı