1. Sayı (Mart 2022)

AKP, 20 yıl gibi oldukça uzun bir süredir iktidarda. Gittikçe artan bir şiddette baskıcı ve totaliter bir rejimi inşa etmeye çalışıyor. Ama günümüzde, 1930’lar CHP’sine benzer bir hegemonyayı kurmak o dönemki kadar kolay olmuyor. Seçimlerle rıza tesis etmek gerekiyor. Halk için demokrasi, adalet, barış ve özgürlüklerden görece daha önemli olan her zaman refah düzeyi olmuştur. 2002’de AKP’yi iktidara getiren de öncesindeki ağır kriz koşullarıydı.

AKP ilk döneminde yüksek büyüme oranları yakalamıştı. Toplumsal rızayı üretmek de zor olmamıştı. 2008 Krizi’nin Türkiye’yi teğet geçmeyeceği anlaşılınca 2009’da ekonomi yüzde 5 küçülmüş, yine de 15 Temmuz Darbesi’ne kadar, hatta biraz daha ötesinde istikrarlı büyüme yakalanabilmişti. Sonrasında yokuş aşağı hızlı gidiş başladı.

Demokratik politikanın ilgası ve dış siyasetteki tercih ve hamlelerin sonuçları ekonomik tercihlerle birleşince Türkiye son yıllarda, uluslararası sermaye için güven vermeyen, geleceği öngörülemeyen bir ülke olarak kodlandı. Dış borca ve yabancı sermaye yatırımlarına muhtaç olan Türkiye sürekli artan maliyetlerle borçlanırken yabancı yatırımcıların da tercihi olmaktan tamamen çıktı. Pandeminin küresel tedarik zincirlerini alt üst etmesi ile de dibe vurdu.

Diğer yandan emperyalist güçler, başta ABD olmak üzere, 2008 Büyük Krizini atlatamayınca neoliberal politikaları terk ettiler ve sermayenin anayurduna dönmesini teşvik etmeye, korumacı politikalar uygulanmaya başladılar. ABD Federal Merkez Bankası (FED) tarafından faiz oranları üst üste artırıldı ve böylece doların Türkiye gibi ülkelerde kıtlaşması ve fiyatının artması kaçınılmaz hale geldi.

Her şeye rağmen ekonomiyi ayakta tutan bazı unsurlar bulunmaktaydı. İnşaat sektörüne yüklenildi, turizmden medet umuldu, ihracatı artırmanın yolları arandı. Ama olmuyordu; 2019’da yüzde 0,9, 2020’de 1,8 büyüme sağlanabildi. (Nüfus artışı dikkate alınırsa sonuç sıfır büyüme olacaktır.) Kalıcı büyüme sağlanmadıkça orta vadede burjuvazi de kaybeder. Siyasi güven yoksa ülkeniz yalnızlaşır.

Bugünkü kriz tablosu

2021’e gelindiğinde karşı karşıya olunan tabloyu ayrıntılı açıklamak mümkün. Ama bu yazıda yapısal veya dönemsel olan bu faktörlere fazla girmeden şimdiye gelelim. AKP ve Erdoğan, seçim kazanmalarının tek olası yolunun ekonominin canlanması olduğunu biliyor. Yeniden yüksek büyüme oranlarının yakalanması için bir yandan yeni yatırımların ülkeye çekilmesi, diğer yandan turizm, inşaat ve ihracat yoluyla milli gelirin artışı arzu ediliyor. Her iki açıdan da Türk Lirasının değersizleşmesi işleri kolaylaştıracaktı.

Özellikle ihracat artışı ve yeni yatırımcılar için Eylül’den başlayarak kademeli olarak MB politika faizini yüzde 19’dan 14’e çekti. Bunun etkisi dövizin fiyatında sıçrama olarak görüldü. Bu öngörülemez bir sonuç değildir. Yukarıda bahsedilen nedenler ışığında finans kapital anayurduna döndü. Döviz artışı durmayınca artış beklentisi kanıksandı ve herkes dolar alır oldu. Yani beklenti, doların fiyatını daha da artırdı.

Ukrayna savaşı turizme darbe vuracak

Bunun sonuçları felaket oldu. Evet, ihracat arttı. Fakat ithalat daha da arttı. Enerji ve diğer girdilerle dışa bağımlı olan ekonominin ithalat harcamaları katlandı. Sürekli dış ticaret açığı veren Türkiye’nin bu açığı daha da büyüdü. Ocak’ta 10,3 milyar, Şubat’ta 8 milyar dolar fark oluştu. Ukrayna Savaşı ile benzinin fiyatı dünyada uçuşa geçmiş durumda. Haliyle ülkede de gün geçmiyor ki benzine, mazota zam yapılmasın. Savaş deyince; Türkiye için bir diğer felaket sonuç, turizm talebinin keskin düşüşü olacaktır. (Türkiye’ye gelen turistin yüzde 25’i Rusya ve Ukrayna’dan gelmekteydi.)

Gelelim 2021 büyümesine. Ekonomi yüzde 11 büyüdü. Nasıl? Kurun avantajıyla ihracatın artması, enflasyonun daha da artacağı beklentisinin firmaları girdi stokuna, tüketiciyi harcamaya yönlendirmesi sayesinde. Bu yılki beklenti ancak yüzde 2. Ne harcayacak para kaldı halkta ne de yatırım yapacak sermayedar. 2021 büyümesine ‘istihdam yaratmayan ve yoksullaştıran büyüme’ demek tam isabet olacaktır.

Sermayeye gelir transferi

Dünya ekonomisi durgunluğa sürüklenirken, FED de yine faiz artıracağını açıklamışken Türkiye’yi kurtaracak tek kaynak için kaç kere daha Arabistan ziyareti yapılabilir sizce?

MB’nin faiz indirimleri, “asıl suçlu” olan faiz lobisini nasıl etkiliyor? Buyrun: MB’den yüzde 14 ile borçlanan bankalar, bu parayı yüzde 22’den Hazine’ye borç veriyorlar. Nasıl düzen ama? Buna devlet eliyle gelir transferi diyoruz.

Gelelim kur korumalı mevduat hesabına. Bol parası olan mevduat faizinden kazanamazsa döviz kuru farkını Hazine karşılayacak. Bir gelir transferi yöntemi daha. Emekçinin cebinden finans kapitale zahmetsiz servet aktarımı.

Döviz artışının ekonomiye getirdiği bir diğer felaket dış borç yükünün artması oluyor. MB’nin beş puanlık faiz indiriminin Türkiye’nin dış borcuna maliyeti 2 trilyon TL.

Emekçiler Perişan

Gelelim krizin emekçiler üzerindeki felaket etkisine. Asgari ücret zammı iki ayda eridi. 3 Mart’ta açıklanan enflasyon TÜFE’de yüzde 54, Üretici Fiyatlarında (ÜFE) yüzde 105. Ayrıca biliyoruz ki TÜİK, araştırma ve analiz değil manipülasyon işiyle uğraşmakta. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) TÜFE’yi yüzde 124 hesapladı. ÜFE’nin TÜİK verisi zaten gidişatı gösteriyor. Hayat pahalılığı artarak sürecek. Üretici maliyetlerindeki artış tüketim mallarına art arda yansıtılacak.

İşgücünün milli gelirden aldığı pay 2019’da yüzde 32 iken 2021 sonunda yüzde 25,8. Kişi başına gelir 9539 Dolar. Ayda 800 Dolar ediyor; yani bugünkü kurla 11.200 TL. Asgari ücret 4253 TL ve çalışanların üçte ikisi bu düzeyde ücret alabiliyor. Kayıt dışı çalıştırılanların ve emeklilerin durumu çok çok daha kötü. Kim kazanıyor bu dolarları?

Emekçiler yoksullaşıyor, işsiz kalıyor. Neredeyse her üç gençten biri işsiz. Küçük esnaf iflas ediyor. Emekliler açlıkla mücadele ediyor. Tarım sektörü yok oluyor. Doğa talan ediliyor.

Bıçağın kemiği kazıdığı, fatura isyanlarının ve işçi direnişlerinin arttığı, seçim düzlüğüne girildiği günlerdeyiz.  Bu seferki kriz, iktidar değiştiren türdendir.