1. Sayı (Mart 2022)

2008’deki küresel finansal kriz, etkilerini devam ettirirken 2020’deki COVİD–19 krizi ile birleşerek neo-liberalizmin tam iflasına tanıklık etmemize olanak sağladı. Bu iflasın küresel ölçekte işçi sınıfı mücadelesi lehine siyasal sonuçlara yol açtığını söylemek mümkün olmasa da, kapitalizmin içinde bulunduğu açmazları derinleştirdiği gerçeği önümüzde duruyor.

İçinde bulunduğumuz dönemde derinleşen krizin etkileri gün be gün artıyor. Hayat kontrolsüzce pahalanmaya devam ediyor, alım gücü düşüyor, barınma, ulaşım, elektrik, su, gıda gibi temel ihtiyaçlar dev bir sorun haline geliyor. Ekonomik krizin bu kadar boyutlandığı bir dönemde de doğal olarak muhalefetin önüne de olanaklar çıkıyor, toplumun büyük bir kesiminin “oy” tercihlerini değiştirebilecek fırsatlar doğuyor. Bu noktada CHP, İYİ Parti, DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti’nin içinde bulunduğu “Altılı yapı” kendini AKP iktidarının alternatifi olarak tanımlıyor, topluma “değişim” umutları aşılamaya çalışıyor.

Ekonomik kriz ‘rejim değişikliği’ ile ortadan kalkmaz

AKP’nin krize yönelik ekonomik politikaları başka bir yazının konusu olsa da; “ahbap – çavuş” sermayedarlara tanınan ayrıcalıkların, AKP ile organik ilişkide bulunanlar arasında oluşturulan geniş çıkar ağının, akıl dışı vergi sisteminin, yolsuzlukların, “faiz sebep, enflasyon sonuç” söylemli politikayla altüst edilen döviz kurlarının ve “tek adam” rejiminin doğal sonucu olan popülist ve irrasyonel politikaların Türkiye’de ekonomik krizi derinleştirdiği bir gerçek.

Bu noktada Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yerine “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”in önerilmesinin ve siyasal iktidarın el değiştirmesinin belli olumluluklar yaratabileceğini söylemek mümkün olsa da, bu ancak muhalefetin hangi ekonomik politikalarla ortaya çıktığına, yani krizin semptomlarını azaltacak hangi çözümleri önerdiğine bakarak anlaşılabilir. Sistem içi muhalefetten kapitalist sistemi derinlemesine çözümleyecek, kâr ve birikim hırsının temel kriz tetikleyicileri olduğunu anlayacak ve bu doğrultuda adımlar atacak bir ekonomik politika beklemek yersizdir pek tabii ki. Ancak ekonomik krizin tek başına “rejim değişikliği” ile ortadan kalkacağı hayalinin topluma sunulmasından fazlasına ihtiyaç vardır.

‘Ekonomi politikası sistem değiştikten sonra konuşulacak’

Aslında Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu 27 Aralık 2021’de yaptığı açıklamada  Şu anda Millet İttifakı’nın ekonomi, dış politika, sağlık politikası ya da eğitim politikası yok; sistem değiştikten sonra oturulup konuşulacak” diyerek sistem içi muhalefetin bu noktadaki aczini ifade etmişti. İyi Parti “Ekonomi Politikaları Başkanı” Ümit Özlale ise “Bu ekonomik kriz değil, yönetim krizi” diyerek meseleyi yine sadece mevcut iktidara bağlamış, çözümün ise “devletin itibarını geri kazanması” ile mümkün olacağını ifade etmişti.

Yine de, sözünü ettiğimiz altı partinin 28 Şubat’ta açıkladığı 24 sayfalık mutabakat metnini incelemeye ihtiyaç var. Ancak bütün metinde, ekonomik politikalara dair sadece şöyle bir paragraf mevcut: “Her bir vatandaşımızın insanca bir yaşam sürdürebilmesi şartını sağlayan önlemlerin alınması sosyal devlet anlayışının zorunlu bir gereğidir. Bu kapsamda refahın adil bölüşümü sağlanacak, sosyal haklar ve devlet yardımları insan onuruna yaraşır hak temelli bir yükümlülük olarak güçlendirilecektir.” Görüldüğü üzere metindeki ekonomik politikalara dair tek paragrafın genel bir popülist söylem dışında herhangi bir vurgusu ve çözüm önerisi yok. Burayı geçiyoruz.

Ekonomi programını oluşturma görevi Babacan’da

AKP tarafından 2002’de kurulan 58. Hükümetin ve 2003’de kurulup 2007’ye kadar görevine devam eden 59. Hükümetin “ekonomiden sorumlu devlet bakanı” dolayısıyla AKP’nin ekonomi politikalarının mimarlarından olan, şimdilerde ise Altılı ortaklık içerisinde yer alan Ali Babacan’ın kurduğu DEVA Partisi’nin, bu birlikteliğin ekonomi programını hazırlamakla görevli olduğu biliniyor.

Altılı ortaklık, ekonomi politikalarını Babacan’a havale ederek aslında 2002-2007 AKP’sine dönmeyi hayal ediyor. Kemal Derviş tarafından başlatılan IMF programına paralel bir ekonomi politikasının takip edildiği bu dönem ile şimdi arasındaki olağanüstü farkı ve bu yüzden sözü edilen ekonomik politikaların uygulanamazlığını bir yana koysak dahi, bu politikaların sadece sermaye sınıfından yana olduğunu atlayamayız.

Altılı’nın ekonomi anlayışı emekçiden yana değil, sermayeden yana

Dolayısıyla Altılı ortaklık beklendiği üzere emekçiden yana hiçbir tutum almayarak gittikçe ithalata ve uluslararası finans kesimlerine bağlı hale gelen, yapısal sorunları olan ve dünyada yaşanan krizi daha yoğun olarak hisseden bir ekonomiyi, temel ilkelerini değiştirmeden sadece “yönetimsel beceriksizlikleri” ortadan kaldırarak “iyileştirme” hayalini toplumun önüne sunmaktadır. Kendini muhalefet olarak tanımlayan bu öbek, gelir dağılımındaki anormal adaletsizliğe ve toplumun temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak duruma gelmesine dair bile herhangi bir politika sunamayacak durumda olup, sermayenin kârlarını arttıracak önlemler üzerine kafa yormaktadır.

“Çözüm nedir?” sorusuna kapsamlı bir cevap vermek bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşıyor. Ancak bu konuda bir iki cümle etmek de zorunluluk. Ekonomik kriz, Türkiye’deki rejimin tek başına yarattığı bir kriz olmamakla birlikte; yalnızca 2008 finansal krizi ya da COVİD pandemisinin yarattığı kriz değildir. Kriz, kapitalizmin doğal hastalığıdır, ona içkindir ve zorunludur. Bu noktada Marx’a atıfta bulunmak gerekirse; “sermaye birikiminin yani kapitalist üretimin gerçek engeli, bizzat sermayenin kendisidir” ve “kapitalizmin mezar kazıcısı proleteryadır”. Bu yüzden en basit tabirle krizin gerçek nedeninin sermaye düzeninde, gerçek çözümünün de işçi sınıfı iktidarında olduğunu söylemek mümkündür.