1. Sayı (Mart 2022)

Siyasal olan ile dini olanın ilişkisinin nasıl kurulacağı, kurulması gerektiği; siyasal İslam ile resmi laiklik savunusu arasındaki gerilim hattından akan ve neredeyse yüz yıldır çözülemeyen bir sorun olarak orta yerde duruyor. Erken Cumhuriyet döneminin katı, denetleyici hamlelerinden, darbe dönemlerinin bir tür anti-komünist çare olarak köpürttüğü Türk-İslam sentezi çabalarına –elbette bu çabaların yarattığı reaksiyonlar ve uzun vadeli sonuçlarıyla birlikte- devletin de bu ilke ile kurduğu ilişkinin görünümleri değişmiş, başkalaşmıştır. Tüm bu başkalaşımın izini sürmek ve etkilerini hesap etmek böylesi bir yazının boyunu fersah fersah aşıyor. Burada parlamenter muhalefetin ana unsuruna, CHP’ye bakarak, siyasetin dinselleşmesinin çok temel bir özgürlükler sorunu olduğu hatırlatılacaktır. CHP’ye bakılacak çünkü parti, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren süren bu gerilim hattında kendini esasen, bir temel cumhuriyet ilkesi olarak laikliğin koruyucusu, savunucusu, güvencesi olarak sunması sebebiyle bir ucu temsil etmektedir. Onun söylemsel yeğlemelerine bakmak hegemonik hale gelen siyasal söylemin geçirdiği dönüşümü görmek bakımından kolaylaştırıcıdır.

Siyasal söylemin dinselleşmesi: Kul hakkı, israf, helalleşme…

Türkiye’de siyasetin dinselleşmesinin, siyasal söylemin giderek daha belirgin düzeyde dini referanslar ve ölçütler aracılığıyla kurulmasının ve bu söylemsel inşanın yalnızca siyasal İslamcı bir politik çizgiyi temsil etmenin ötesinde hegemonik hale gelişinin 2002’den bu yana derinleştiğini söylemek gerekir. AKP’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerinden bu yana onunla yarışan siyasi partiler, AKP’nin seçmen tabanını aşındırabilmek, dindar, muhafazakâr seçmen tabanına seslenebilmek gayretiyle, giderek artan düzeyde dini referansı söylemlerine içermiştir.

Son dönemlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” hamlesini de bu gidişat içinden değerlendirmek mümkündür. Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanı olarak yürüttüğü ilk seçim kampanyası 2011 yılında yapılan milletvekilliği genel seçimidir ve kampanyanın Konya mitinginde (12.05.2011) “Biz kul hakkı yemeyecek sadece kul hakkı yiyenlerle mücadele edeceğiz… Şimdi soruyorum, bütün mütedeyyin yurttaşlarıma soruyorum, kul hakkı yiyenler Kemal kardeşinizin karşısına çıkamaz yolsuzluk yapanlar Kemal kardeşinizin karşısına çıkamaz. Sandığa giderken eğer kul hakkı yiyenler bu düzeni devam ettirsin diyorsanız ona bişey demem” Bu konuşmalarda öne çıkan, belirgin bir tema olan “kul hakkı” sorunu o günden bu yana konu yolsuzlukla mücadele söz konusu olduğunda kuvvetle tedavüle sokulmaktadır. 7 Haziran 2015 milletvekilliği genel seçimlerinde ise benzer bir seslenme biçimi korunmuştur. Şu sözler, İstanbul mitingindendir (31.05.2015): “İsraf almış başını gidiyor, milyonluk arabalara çerez parası diyorlar, israfı biz yapmıyoruz demek için Papa’yı örnek gösteriyorlar. Dindar kardeşlerime sesleniyorum. Bunlar yoldan çıktı, söylediklerini bilmiyorlar, bütün dünyaları para bütün dünyaları bu dünya. Eğer israf konusunda örnek göstereceksen sevgili peygamberimizi göster, onun mütevazı hayatını göster. İsrafın haram olduğunu ondan öğreneceksin.” Burada CHP, dindarlık/laiklik ikiliği içinde kalıp, seslendiği topluluğu bir konum değişikliğine çağırmak yerine, bu değişikliği kendi yaparak, dindarlara, onları da temsil edebileceğini söylediği bir konuma oturur. Bunun anlamı bu ikilik üzerinden kurulan bir siyasal temsil düzeninin dışına çıkma çabasıdır. 2011 seçimlerindeki Herkes için CHP kampanyasının Ankara seslenişi de açıkça ortaya koyar: “Bizim adımız Ali, bizim adımız Osman, bizim adımız Kemal, bizim adımız Ozan, bizim adımız Burak…”

Laiklik Sorunu: Denetleme, dışlama, müzakere…

Ayhan Yalçınkaya’nın ifade ettiği gibi, Cumhuriyet’in kuruluş döneminden bugüne değin Türkiye’de yurttaşlık bir yandan anayasal ve siyasal olarak tanımlanırken, aynı anda dinsel ve etnik ya da genel bir ifadeyle kültürel referanslara sahip olması; yurttaşlığın etnik olarak Türklüğe ve dinsel olarak da Sünni mezheplerden biri olan Hanefiliğe göre tanımlanması Türkiye Cumhuriyetinin modernlik projesinde ve bu proje doğrultusunda yurttaşlık oluşturulması sürecinde bugün de ağır sorunlara yol açan gerilimlere neden olmuştur (2014: 43-44)[1].

Nur Betül Çelik de benzer biçimde, Kemalist söylem içinde çağdaş yaşama geçişin bir garantisi olarak sunulan laikliğin temel çizgisinin; dini siyaset-dışı, inanca dair her şey gibi özel alana ait sayması, meşru ve meşru olmayan dinsel etkinlikler arasında kesin bir ayrım öngörmesi olduğunu saptar. Bu ayrımı düzenlemek de dinsel alanın denetimi de yine devletin elindedir (2009: 86)[2]. Ancak buradaki ilişki kırılgandır çünkü yeni bir kimlik ve düzen kurma iddiasında olan yeni iktidar ile tarihsel olarak kendini dini kimlikleri üzerinden tanımlayan halk arasındaki ilişki gerilimlidir.

Çelik, Kemalist söylem içinde laiklik vurgusunun bu gerilimin doğurduğu üç strateji ile yer bulduğuna işaret eder: İlki, İslam’ı Cumhuriyet’in gerçek düşmanı ilan eden dışlayıcı bir mantığa dayanır. İkincisinde, dünyevi olan “yani ulusa ve devlete ait işlerde dinin yol gösterici olamayacağı kabul edilir” böylelikle din ve devlet işleri ayrımına dayalı bir yoruma ulaşılmış olur. Ancak, Çelik’in de altını çizdiği gibi bu ayrım aynı anda “kabul edilebilir bir İslam” tanımı çerçevesinde dini alanın düzenlenmesi gayesini de elinden bırakmaz. Sonuncusu ise İslam’ın değil fanatiklerin ve fanatikliğin reddedilmesine dayanır ve yaygın kitle desteğine ihtiyaç duyulan geçiş dönemlerinde devreye giren; İslam’ın popüler formlarıyla müzakere ihtiyacı doğduğunda ortaya çıkan bir niteliğe sahiptir (2009: 87).  CHP, son yıllarda, çok partili hayata geçişten itibaren kendisini iktidarın uzağına düşüren sebeplerden biri olan bu gerilimi ortadan kaldırmak ve sahip olduğu kırılganlığı azaltma kararlılığını sürdürmektedir. Görüldüğü gibi Türkiye’de laiklik en başından itibaren özgürlükçü özünden yoksun bir prensip olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Liseleri, zorunlu din dersleri gibi yollarla dini hayatı kendi öngördüğü nizam içinde tutmaya çalışmış, bu nizamın dışında gördüğü dinsel pratikleri, inanışları, inanç topluluklarını soğurma çabasını kesintisiz sürdürmüştür. Bu otoriter mirasın yükünü atmak için girişilen helalleşme yolu ise başka türden bir özgürlükler ve demokrasi sorununu büyütmektedir. Çünkü yeğlenen bu yönelim yeni icad edilmiş değil, Çelik aracılığıyla değinildiği gibi geniş meşruiyet arayışlarına eşlik eden bir söylemsel strateji olarak hep var olmuştur. Burada yapılan bu stratejiyi İslami tasavvura dayalı ahlaki ölçütleri siyasal alana kaydederek genişletmektir.

Özgürlükçü Laiklik: Talepler, haklar, özgürlükler…

Oysa dini kimlikler ile cumhuriyet idaresi arasındaki hasarlı ilişkiyi tamir etmek üzere, bu hasarı yaratan tarihin sahiplenilmesi konusunda bir reddi miras çabasına girişilecekse yapılması gereken Sünni-Hanefi dini/ahlaki ölçütleri ve bu ölçütler aracılığıyla kurulan dinsel bir siyasal söylemi kendi diline tercüme etmek değil, laiklikten çalınan özgürlükçü muhtevayı iade etmektir. İktidarın otoriter yönelimlerine meşru gerekçeler olarak sunduğu her türden dinsel referansın karşısında “devletin dinle hiçbir organik ilişki kurmadığı, bütün inançlara aynı mesafede durduğu, inananların inançlarının gereğini engelsizce yerine getirme ve dini inancı olmayanların inanmama özgürlüğünü koruduğu özgürlükçü bir laiklik[3] savunusu yapmaktır. Dini pratiklerin en özgürce yaşanabileceği biçimin ancak böylesi bir özgürlükçü laiklik ortamında bulunabileceğini; başörtüsü özgürlüğü ile kürtaj hakkının birbiriyle nasıl ilişkili olduğunu anlatabilmenin yollarını bulmaktır. Çünkü mesele seçim taktiklerine sığmayacak genişlikte bir haklar – özgürlükler kavrayışıyla ilgilidir. Kısacası ”AKP’nin adım adım yaşamın her alanını muhafazakârlaştırma ve dinsel referanslara göre düzenleme yönelimine ve devleti İslamileştirme girişimine karşı”[4] özgürlükçü laiklik ikirciksiz savunulmalıdır.

 

[1] Yalçınkaya, Ayhan, (2014), Kavimkırım İkliminde Aleviler, Dipnot Yayınları, Ankara

[2] Çelik, Nur Betül (2009), “Kemalizm: Hegemonik Bir Söylem”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt-2 Kemalizm içinde,  (ed) Tanıl Bora, Murat Gültekingil, sf. 75-91

[3] SYKP Parti Programı

[4] SYKP Parti Programı