1950’de çok partili siyasal hayatın başlamasından itibaren, daha ilk seçimde Demokrat Parti’nin
bayrak yaptığı “Yeter söz milletindir” sloganında billurlaşan “milli irade” vurgusu Türkiye’de ekseri
sağ siyasetin kurucu ekseni olmayı sürdürüyor. AKP’nin iktidarını inşa ettiği siyasal mühimmat içinde
ise vazgeçilmez, stratejik önemde bir harç malzemesi olmuş durumda. Yine AKP iktidarında seçim
atmosferi siyasetin tek mevsimi haline dönüşmüş ve tüm siyasal gerilimler, dönüşümler, ihtiyaçlar
sandık sonuçlarına kilitlenip, “kim kazanacak?” sorusu etrafında büyüyen hararetle önemsizleşmiş
halde. Merkezde duran soru bu olunca cevap aramak için başvurulan yollar da saymacaya, “ölçmeye”,
araştırmalara, anketlere çıkıyor. Kamuoyu araştırmaları konusunda uzmanlaşmış kişilerin ya da bu
şirketlerin sahiplerinin politik tartışmaların en dikkate alınan aktörleri haline dönüştüğü bu ortamda
neredeyse her gün bir araştırma şirketinin elde ettiği yeni veriler paylaşılıyor ve değerlendirmelerin
seyrini belirliyor. Özellikle son iki yılda Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik krizin bir
sonucu olarak AKP’nin toplumsal tabanının aşınmasının yansıdığı anket sonuçları muhalif aktörlerin
tüm tartışmalarında merkeze oturuyor. Bu yerleştirmenin en hararetli temsilcileri ise muhalif
gazeteciler.

Zayıflayan meşruiyete cevap arayışları

Öncelikle bu tablonun esasında epeyce eskidiğini, öyle ki siyasal olanın kendisinin bizatihi bu
olduğuna ilişkin bir kavrayışı yerleştirecek kadar da güçlü olduğunu söylemek gerekir. 1950’lerden
itibaren -Avrupa’nın yaşadığı faşizm tecrübesinin, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaşın etkisiyle-
siyasal alanın geleneksel özne ve kurumlarının güç ve meşruiyet kaybetmesiyle liberal demokrasi
modellerinin yeniden yapılanması zaruret haline gelmiş, bu zaruriyeti sağdan yorumlayanlar bir
“yönetemezlik krizi” tespit ederken soldan yorumlayanlar “meşruiyet krizi” görmüştür. Krizi
yönetemezlik meselesi olarak görenler nasıl yönetilebileceği sorusunun cevabını siyaset dışı
kurumlarda bulmuştur. Tecimsel yayıncılığın tüm ilişki ve kuralları siyasal söz kurmanın temel biçimi
haline gelmiş, gösterisellik ve reklamcılık siyaset yapmanın tüm yordamlarını belirler hale gelmiştir.
Dönüşümün ABD’de başlaması sebebiyle Amerikanvarileşme olarak da adlandırılan bu süreç parti
yapılarının köklü dönüşümü ile de tamamlanmıştır. Partiler, yaslandığı ideolojik ardyöreyi mümkün

olduğunca gözden uzağa iterek politik tutum alışlarını muğlaklaştıran; toplumsal sınıfları/kesimleri ya
da siyasal çizgileri temsil etme iddialarını herkesi temsil etme vaadiyle zayıflatan, parti yönetimini ve
karar alma süreçlerini parti içi tartışmalarla beslemek yerine uzmanlık bilgisiyle yetinen; lider odaklı
yapılara dönüşmüştür. 1
Tüm bu sürece eşlik eden ve anılan dönüşümü bir tür “bilimsellik” vaadiyle parlatan ise kamuoyu
araştırmaları ve seçmen anketlerinin artan önemidir. Bu vaadin bu kadar alıcı bulmasının mühim
nedenleri var elbette. Araştırmalar öncelikle temsil edilebilir bir kamuoyu olduğu ilan eder. Pierre
Bourdieu kamuoyu anketlerinin varlık nedenini basitçe şöyle açıklar: “(…) siyaset adamı ‘Tanrı
bizimledir’ diyendir. ‘Tanrı bizimledir’in bugünkü karşılığı ‘kamuoyu bizimledir’ olmuştur. Kamuoyu
anketinin sonucu budur: Oybirliği halinde olan bir kamuoyunun varolduğu fikrini kurmak, böylece
onu kuran ve olanaklı kılan bir siyaseti meşrulaştırmak ve güç ilişkilerini kuvvetlendirmek” yani
“bireysel kanaatlerin toplamından oluşan bir kamuoyunun varlığı fikrini dayatmak, belli güç ilişkileri
ve gerilimler içinde hareket ederken yurttaşların belli bir “yüzde”sini temsil ettiği iddiasını kurmaktır
(1995: 179-188).” 2 Sınıfsal dizilişler, toplumsal kimlikler, toplumsal cinsiyet, siyasal kültür gibi
katmanlardan oluşan, çatışmalı, dinamik ve heterojen bir toplumsal yapı yerini bireysel kanaatlerden
oluşan yekpare bir kamuoyu fikrine bırakır.
Siyasi partiler kamuoyu araştırmaları yapan şirketlerin en önemli müşterileri arasındadır çünkü
stratejilerini biçimlendirmek ve umdukları etkiyi yakalayabilmek için ihtiyaç duydukları verileri
buradan derlerler. Patrick Champagne’in meşrulaştırma etkisi olarak tanımladığı bu ilişkide kamuoyu
araştırmaları, belli bir kanaat ya da siyasal kararın, yurttaşların çoğunluğu tarafından onaylandığına
ilişkin bir inanç geliştirmek için devreye giren siyasal kaynaklar olarak kullanılırlar (1995: 145-146). 3
Seçim anketlerinin işlevi ise çok daha mühimdir, onlar “önceden söyler”ler. Champagne, bunların
yalnızca siyasal liderlerin seçimlerde sahip olduğu şansı “test etmeye” yaramadığını aynı zamanda
adayların seçimi konusunda da bir ağırlık oluşturduğunu ve partilerin kurmaylarına öngörülebilir
siyasal güç dengeleri hakkında bir fikir vererek, siyasal ittifak ya da birlik stratejilerinin
tanımlanmasına yardımcı olduğunu ifade eder (1995: 146).

Zayıflayan demokrasiye “nesnel” çare arayışları

Kazanacak olanı önceden söylemek kimin kaybedeceğini ilan etmek anlamına da gelir elbette. Tüm
siyasal sürecin “sandıktan çıkacak isimlere”, “kazanacak adaylara” indirgenmesi ve bu isimlerin belli
yurttaş kesimlerini temsil ettiği iddiası rakamlarla “ispat edilir”. Politika yapma yordamları ve politik
sözü yaygınlaştırma usulleri/araçları “yönetişim becerileri” tarafından gasp edilir. Peki gazeteciler
neden bu araştırmalara hevesle sarılır? Çünkü onlara da bir nesnellik halesi sunar. Champagne’in
sözleriyle bu anketler, gazetecilere siyasal olana doğrudan müdahale etme konusunda meşruluğu
bilimsel olarak garanti altına alınmış bir olanak yarattıkları gibi aynı zamanda “taraflı” gazeteci
olmanın yarattığı rahatsız konumdan da kurtarır ve böylece gazeteciler, “halkın gerçekten düşündüğü
şeyler”i bilimsel olarak güvence altındaki sözcüklere dönüştürürler (1995: 148).

1 Bu tartışmalar için: Habermas, J., (2016), İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim, YKY; Mulgan, G., (1995),
Antipolitik Çağda Politika, Ayrıntı; Meyer, T., (2002) Medya Demokrasisi, Medya Siyaseti Nasıl
Sömürgeleştirir?, İş Bankası yay.; Köker, E., (1998), Politikanın İletişimi İletişimin Politikası, Vadi yay.; Keane,
J., (1993), Medya ve Demokrasi, Ayrıntı.
2 Bourdieu, P., (1995), Kamuoyu Yoktur, (ed) Hülya Tufan içinde, s. 177-188, İstanbul, Kesit
3 Champagne, P., (1995), Kamuoyu araştırmaları, oy kullanma ve demokrasi, (ed) Hülya Tufan içinde, s. 1143-
176, İstanbul, Kesit

Sonuç; karar alma süreçlerinin demokratikleşebilmesi için ihtiyaç duyulan tabana yayılma ve yerelden
beslenen, farklı toplumsal kesimler arasında müzakere zemini yaratmaya çabalayan, siyasal kararları
alırken farklı toplumsal kesimlerin, ihtiyaç, talep ve itirazlarını, kolektif duygulanım hallerini ve
siyasal/toplumsal tahayyüllerini anlamaya çalışan bir siyaset yapma biçimi yerine istatistiksel verileri
merkeze koyan, uzmanlık bilgisini parti kimliği ve aidiyetinin önüne koyan bir biçimin egemen
olmasıdır. Bu biçim demokrasiyi değil teknokratik, merkeziyetçi, otoriter anlayışı ve yapıları
güçlendirir.
Oysa daha en başta krizin nedeni meşruiyet kaybında aranırsa cevap siyasal alanı çölleştiren bu
nesnellik ikamesi yerine onu genişletmeye çalışan çabalarda bulunur. Bakışını -anket sonuçlarından,
sosyal medya etkileşim sayılarına kadar- rakamlardan ayırarak gündelik hayatı örgütleme becerisi
geliştirmenin yollarına diker. Toplumsal mücadeleler tarihinin sunduğu tüm repertuarı, farklı
toplumsal kesimlerin arzu, özlem, öfke ve umudunu içerecek bir yaratıcı güçle dönüştürerek yeniden
dolaşıma sokar. Gerçekten dönüştürmenin mümkünatı, bugün varolan ve gündelik hayatın neredeyse
tamamına nüfuz etme gayretini bir tür “siyasetsizleştirme” yoluyla sarmalayan otoriterlik karşısında
siyasal alanı bir bütün halinde yeniden inşa edecek, özgürleştirici siyasal söz/eylem üretmektir.