2. Sayı (Mayıs 2022)

Covid-19 pandemisi her yönüyle gündemimizi belirlemeye başladı. Pandemi kapitalistleşen sağlık hizmetleri ve tıp endüstrisini de gözler önüne serdi. Pandemiyi önleyemeyen ve kontrol altına alamayan sermayenin temellüğündeki toplumsal düzen, pandemiyi fırsata çevirmeyi ihmal etmedi. Pandemi kontrolünde ciddi katkısı olan aşı üretimi de kapitalist kâr maksimizasyonundan nasibini aldı.

Bulaşıcı hastalığın tüm dünyayı etkilemesi anlamını taşıyan pandemi, kapitalist ilaç şirketleri tarafından dev bir pazar olarak değerlendirildi ve hızla aşı üretimi için kollar sıvandı. Neoliberal dönemin tipik özelliği olan üniversite-sanayi işbirliği aşı geliştirmede karşımıza çıktı. Ciddi kamu kaynakları ile birçok şirket Covid-19’u kontrol altına almaya yönelik aşı geliştirmeye yoğunlaştı.

Kapitalistleşen şirketlerin aşıya artan ilgisi ve aşının tekelleşmesi

Kapitalist şirketlerin aşıya ilgisinin yeni olmadığını hatırlatalım. Aşı 1974’te başlatılan Genişletilmiş Bağışıklama Programı (EPI – Expanded Programme on Immunization) ile sermayenin ilgisini çekmeye başladı. Pazar genişlemişti. Sağlıkta sermayeleşme ve sağlık alanında kapitalist üretim ilişkilerinim hâkim olduğu neoliberal dönemde aşı geliştirme ve aşı üretimi de bundan nasibini aldı. 1990 yılında içinde Dünya Bankası ve Rockefeller Vakfı’nın bulunduğu Çocukların Aşılanması Girişimi ile başlatılan süreç 2000 yılında DSÖ, UNICEF, Dünya Bankası, ulusal hükümetler, uluslararası kalkınma bankaları, hükümet dışı kuruluşlar, Bill ve Melinda Gates Vakfı, aşı endüstrisinin temsilcilerinden oluşan Aşı ve Bağışıklama İçin Küresel İşbirliği’ne (GAVI-Global Alliance for Vaccines and Immunization) evrildi.

Bunu kamunun aşı üretiminden çekilmesi izledi. Bu dönemde kamu-özel işbirliği aşıda da karşımıza çıktı. Kamu kaynakları özel sektöre yönlendirildi. Eş zamanlı aşı şirketleri arası evlilikler ile şirket sayısı azaldı. Kapitalist oligopolleşme aşıda da karşımıza çıktı. 2010 yılında beş büyük şirket (Sanofi-Pasteur, Merck & Co., GSK, Wyeth ve Novartis) aşı pazarının yüzde 83,9’unu kontrol eder hale geldi. Bu süreçte 1995 yılında TRIPS (Fikri Mülkiyet Hakları) ile patent koruması da elde edilmiş oldu. Aşı ile ilgili kararlarda kapitalist şirketlerin CEO’ları daha çok öne çıktı. Neyin üretileceğini pazarın dinamikleri belirlemeye başladı.

Kamunun aşı için olmazsa olmaz kaynağı şirketlere teslim etmesi, neoliberal dönemin üniversite-sanayi işbirliğinin ne kadar kârlı bir iş olduğunu da gözler önüne serdi.  Büyük ilaç şirketleri doğrudan aşı geliştirmeyi üstlenmemekte, üniversitelerin ya da üniversite dışı projelerle varlığını sürdüren görece küçük araştırma merkezlerinin çalışmalarına göz dikmektedir.

Toplumsal gereksinim değil, piyasanın gereksinimleri hangi hastalığa karşı aşının üretileceğini belirler hale geldi. Yılda 600 bin insan sıtmadan, 1,5 milyon kişi tüberkülozdan yaşamını yitirse de aşı şirketlerinin ilgisini çekmez hale geldi. Bu konuda geliştirilecek aşılar ekonomik olarak rantabl görülmedi. Aşı pazarında ilk sırayı hep grip aşıları almaya başladı. Influenza (grip) pandemisi beklentisi bu aşı şirketlerinin iştahını daha da kabarttı.

Covid-19 örneğinde açıkça görüldüğü gibi kamu kaynakları kapitalist ilaç şirketlerine yönlendirildi. Acil Fon adı verilen maddi kaynaklar yanında kamu üniversitelerince biriktirilen Ar-Ge bilgisi (spike protein bilgisi, virüsün gen dizilimi) de şirketlere peşkeş çekildi. Kamunun aşı için olmazsa olmaz kaynağı şirketlere teslim etmesi, neoliberal dönemin üniversite-sanayi işbirliğinin ne kadar kârlı bir iş olduğunu da gözler önüne serdi.  Büyük ilaç şirketleri doğrudan aşı geliştirmeyi üstlenmemekte, üniversitelerin ya da üniversite dışı projelerle varlığını sürdüren görece küçük araştırma merkezlerinin çalışmalarına göz dikmektedir. Umut vaat eden ürün olduğunda da dev ilaç şirketleri, hızla üretim garantisi ile bu şirketlerle ortaklık kurmaktadır. Bu erken dönem gördüğümüz şirket evliliklerinden biraz daha farklı; ürün bazlı işbirliği. Tek bir ürün için kurulan çıkar ortaklığı! Moderna, Oxford-Astra Zeneca, Biontech-Pfizer aşı örneklerinde bunu görmek mümkün.

Aşıda eşitsizlikler ve ayrımcılıklar

Doğası gereği en toplumsal koruyucu önlem olan aşıyı, pandemi döneminde varlıklı ülkeler, sınıflar ve etnisiteler kullanım olanağı elde etmiş oldu. İsrail’de Filistinliler, Brezilya’da yerli toplulukları, dünyanın her yerinde mülteciler, LGBTQ+’ler, tüm ötekileştirilenler aşıya erişemedi. Dayanışma, aşı enternasyonalizmi vb söylemler karşılık bulmadı.

Neoliberal döneme özgü sıfır stok üretim anlayışı ve alım garantili ticaret örneğini H1N1 (domuz gribi) örneğinde yaşamıştık. Aşı daha geliştirilmeden kaç doz aşı alınacağını ve parasının peşin ödenmesini deneyimlemiştik. Covid-19 pandemisinde bu bir kez daha görünür oldu. Zengin ülkeler aşıyı geliştirme potansiyeli olan şirketlerle ön anlaşmalar yaparak aşıyı en erken tedarik etmeyi başardılar. Bu toplumsal gerçek, kapitalist dünyanın eşitsiz ve ayrımcılıklarla dolu yüzünü şamar gibi bir kez daha tüm insanlığın yüzüne vurmuş oldu.

Kapitalist şirketler ve merkez kapitalist ülkeler çok sert eleştirilere aldırmadılar bile. Aşı talebi olan ülkelerle özel anlaşmalar yapıldı; her ülke için aşıların fiyatı bile farklılaştı. Sağlık krizi fırsata dönüştürülmüştü ne de olsa. Pandemi tüm küreyi ilgilendirse de salgın kontrolü ulusal, kolonizan ve sınıfsal devam ettirildi. Aşı milliyetçiliği söylemi üzerinden bu gerçeklik dillendirildi. Doğası gereği en toplumsal koruyucu önlem olan aşıyı, pandemi döneminde varlıklı ülkeler, sınıflar ve etnisiteler kullanım olanağı elde etmiş oldu. İsrail’de Filistinliler, Brezilya’da yerli toplulukları, dünyanın her yerinde mülteciler, LGBTQ+’lar, tüm ötekileştirilenler aşıya erişemedi. Dayanışma, aşı enternasyonalizmi vb söylemler karşılık bulmadı.

Ourworldindata sitesinde ülkelere göre nüfusun aşı durumu her gün güncelleniyor. Sağlık Bakanlığı’nın aşı haritası da… Dünya nüfusunun yüzde 65,1’i en az bir doz aşı olmasına rağmen düşük gelirli ülkeler ancak yüzde 15,2’ye erişebilmiştir. Türkiye’de de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde aşılanan nüfusun diğer bölgelerin oldukça gerisinde olduğunu sürekli olarak ekranlarda görüyoruz. Her gün eşitsizlik ve ayrımcılıkların sonuçları ile yüzleşiyoruz. Toplumsal düzeyde olan eşitsizlikler ve ayrımcılıkları bir kez daha aşı örneğinde görmüş oluyoruz.  Bunların değişmeden aynen devam ettiğine de tanıklık ediyoruz.

“Kapitalizm sağlıkta tedavi edici hizmetleri hedefler”e daralmış toplumsal muhalefetin söylemleri de boşa düştü. Çok daha büyük pazar olan koruyucu hizmetlere sermayenin yatırımlarını yönelttiği gerçeği ile yüzleşmiş olduk.

Bu gerçeklik bir şekilde COVAX diye adlandırılan küresel dayanışma aldatmasıyla gizlenmeye çalışıldı. Aşıya erişemeyen ülkeler ve toplumsal kesimler için “hayırsever” kapitalizm devreye girdi. COVAX yoksul ülkelere (dünya nüfusunun yüzde 20’sine) aşı sağlamak için devreye girse de bu hedefin çok uzağında olduğunu, aşı şirketlerinin verdikleri sözü yerine getirmediklerini, COVAX için aşı tedariği hâlâ sağlamadığını biliyoruz. COVAX projesinin, patentin (fikri mülkiyet haklarının) devre dışı bırakılmasına yönelik yükselen seslerin hayırseverlik ile kapatılmaya çalışılmasından ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Üretimin kamu tarafından sağlanması ise neredeyse hiç konuşulmadı. “Kapitalizm sağlıkta tedavi edici hizmetleri hedefler”e daralmış toplumsal muhalefetin söylemleri de boşa düştü. Çok daha büyük pazar olan koruyucu hizmetlere sermayenin yatırımlarını yönelttiği gerçeği ile yüzleşmiş olduk. Kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu sağlık hizmetlerinde tedavi edici ve esenlendirici hizmetlerin yanında koruyucu ve sağlığı geliştirici hizmetlere sermayenin yatırımlarını artırdığını da görmüş olduk.

Diplomatik baskı aracı olarak aşılar

Aşı sadece sermaye için aşırı kâr sağlanan bir meta olmadı; aynı zamanda kapitalist devletler arası rekabetin, hegemonya sağlamanın da aracı oldu. Aşı pazarlama konusunda inisiyatifin elde tutulması, hangi ülkeye satılabileceği, fiyatı, uluslararası dolaşım için hangi aşının yapılmasının kriter olarak belirleneceği gibi konularda aşı diplomatik bir araca döndü. Aşı diplomasi alanında yumuşak güç diye adlandırıldı. Devletler arası müzakerelerde aşı diplomatik araç olarak kullanıldı. Bu durum pandeminin erken döneminde aşı milliyetçiliği olarak karşımıza çıktı. İnaktif aşılar güvensiz olduğu ve koruyuculuğunun düşük olduğu gerekçeleri ile eski teknolojiye sahip diyerek damgalandı, siyasetin malzemesi yapıldı.

Sonuç olarak aşı hem sermaye birikimi hem de tahakküm aracı olarak kullanıldı. Bununla birlikte aşı enternasyonalizmi, halkların aşısı vb. toplumsal dayanışma hedefli çabaları da not etmeliyiz. İstenen sonuçlar henüz elde edilememiş olsa da aşı enternasyonalizmi toplumsal sağlık mücadelesi için manivela işlevi görebilir. Bizlere düşen bunu olanaklı hale getirmek ve daha da ileriye taşımak, eşit ve özgür bir dünya mücadelesi ile birleştirmek olmalı.

Kaynaklar:

  • Taner Ş, Aksu Tanık F. (2012) Aşı: Kutsalın Metalaşması, TTB Toplum ve Hekim Dergisi, 27(1): 14-26
  • Aksu Tanık. (2021) Patent hakkı kimin hakkı? Bianet, https://m.bianet.org/bianet/toplum/243793-patent-hakki-kimin-hakki, erişim tarihi: 24 Nisan 2022
  • Eskiocak M. (2022) Aşının Değerı̇nde Dönüşüm: Dı̇plomatı̇k Yarar ve Aşı Dı̇ploması̇sı̇. TTB-Pandeminin İkinci Yıl Raporu, s:134-138
  • Marangoz B. (2022) Dünyada ve Türkı̇ye’de Covıd-19 Bağışıklamasında Eşı̇tsı̇zlı̇k, TTB-Pandeminin İkinci Yıl Raporu, s: 139-146
  • https://ourworldindata.org/covid-vaccinations, erişim tarihi: 25 Nisan 2022