1. Sayı (Mart 2022)
Tarihin akışının hızlandığı bir döneme giriyoruz. Çelişkiler keskinleşiyor, söylemler sertleşiyor, baskılar şiddetleniyor, daha önce “o kadarı da olmaz” denilenler oluyor/yapılıyor. İşsizlik, yoksulluk, giderek sefalet koşullarında yaşamaya zorlanan emekçi ve ezilen kitleler, son zamların görülmemiş derecedeki ağır yükü altında “Artık yeter!” çığlığını sokaklarda haykırma noktasına geliyor.
İşçi direnişleri ve halk hareketleri yükseliyor
Geçtiğimiz ayların en önemli gelişmesi, emekçi ve yoksul kitlelerin hareketliliğidir. Bu hareketlilik iki ayrı kanaldan gerçekleşti: Birinci kanal, Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarının üzerine gelen AKP’nin ekonomi politikalarının tetiklediği yüksek enflasyon ve şiddetli hayat pahalılığı nedeniyle işçisiyle, esnafıyla, öğrencisiyle halkın sokağa çıkması ve zamları protesto etmesidir.
Başta elektrik zammı olmak üzere tüm ürünlere yansıyan zam furyası geniş bir toplumsal tepkiye yol açtı. Türkiye’nin dört bir yanında, İstanbul’dan Antep’e, Bodrum’dan Doğubeyazıt’a, Gümüşhane’den Hakkâri’ye pek çok il ve ilçede halk sokaklara döküldü ve faturalarını yakıp enerji şirketlerini ve iktidarı protesto etti. Bu eylemlere emekçiler, emekliler, sabit gelirliler kadar esnaf da katıldı.
İkinci kanal ise, yine tüm mal ve hizmetlere gelen çok büyük zamların etkisiyle ücretlerinin alım gücü hızla eriyen işçilerin başta ücret artışı olmak üzere çalışma koşulları ve örgütlenme hakkı talepleri temelindeki direnişleridir.
2022’nin ilk iki ayında 60’ın üzerinde işçi direnişi gerçekleşti. Bu direnişlerde metal, tekstil, madencilik gibi geleneksel işkollarının yanı sıra neo-liberal emek rejimi ve üstüne gelen pandemi koşullarının hızla büyüttüğü kurye-taşıma ve lojistik sektörü ile sağlık hizmetleri sektöründe gerçekleşen eylemler, grevler, direnişler öne çıktı. Bu direnişlerin birçoğu, yaygın ve güçlü kamuoyu desteğini de arkasına alarak önemli kazanımlarla sonuçlandı.
İlk zam dalgasına verilen tepki şeklindeki eylemler yavaşlasa da, Nisan-Mayıs aylarında mutlak yoksullaşmanın açlığa, faturaların ödenememesinden doğan yoksunluklara (elektrik/doğalgazların kesilmesi vb), hacizlere, kitlesel esnaf iflaslarına ulaşması ve bunun yeni ve daha geniş bir protesto dalgasına yol açması muhtemeldir. O durumda siyasi iktidarın gerek kitle eylemlerine gerekse hak ve özgürlüklere yönelik saldırılarını şiddetlendirmesi beklenmelidir.
Devleti ve toplumu dinselleştirme adımları
AKP- MHP iktidarı toplumun büyük çoğunluğu nezdinde meşru ve makul olmaktan çıkarken Saray iktidarı ardı ardına devleti ve toplumsal yaşamı dinselleştirici adımlar atıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bir tür Şeyhülislamlık makamına evriltiyor; dini referanslar yasaların ve mahkeme kararlarının gerekçelerine kadar giriyor.
Kültürel alanda hegemonya kuramadıklarını itiraf eden iktidar, kontrol altına alamadığı nitelikli, üretken ve muhalif sanatçı ve aydınları sosyal medya linci, baskı ve tehditlerle susturma politikasına hız verdi. “Kutsallara saldırdığı” gerekçesiyle Sezen Aksu’nun “dilinin kopartılması” gerektiğini buyurdu! Sanatçıya toplumdan destek geldiğini görerek çark edip “muhatabının Sezen Aksu olmadığını” söylemek zorunda kaldı. Ardından da Tarkan’ın “Geççek” şarkısı iktidarın itibarına bir darbe daha vurdu.
Burjuva muhalefetin Altılı’sı
Cumhur İttifakı’nın karşısında oluşan Millet İttifakı, DEVA ve Gelecek Partisi’nin katılımıyla genişliyor ve müstakbel seçim sonrasına ilişkin ortak bir hareket planını geliştiriyor. Altı partinin liderleri 28 Şubat’ta “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”in yol haritasını birlikte açıkladılar.
Çok farklı siyasal geleneklerden gelen, başını CHP ve İYİ Parti’nin çektiği 6 partinin birlikteliğinin başlıca ve temel ortak noktası “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen “tek adam yönetimi”nin Türkiye kapitalizminin işleyişine ve siyasal sistemine zarar verdiği için ortadan kaldırılması, parlamenter sisteme geri dönülmesidir. Bu bakımdan bu birliktelik bir “restorasyon”u hedeflemektedir.
Demokrasiye, hak ve özgürlüklere, ekonomiye, dış politikaya vb ilişkin çok farklı görüşlere sahip olsalar da bu partiler sermaye düzeninin, yani sömürünün, eşitsizliğin, milliyetçiliğin, sınıfsal ve patriyarkal tahakkümün devam etmesi konusunda aynı görüştedirler.
Bununla birlikte, AKP-MHP ittifakının faşizmi kurumsallaştırma hamlelerine karşı Altılı’nın temsil ettiği toplumsal güçlerin duruşu önemlidir. Altılı’nın içindeki partilerden kimilerinin otoriterizmin yalnızca “tek adamcı” biçimine itiraz ettiğini sürekli hatırımızda tutmamız gerekse de, bu birlikteliğin faşizmin püskürtülmesi ve toplumsal/siyasal yaşamda bir nefes borusu açılmasında nesnel olarak dikkate değer bir olanak sağlayacağı gerçeğini görmezden gelemeyiz.
Restorasyon değil Demokratik Cumhuriyet
Kuşkusuz biz faşist diktatörlüğü yerleştirmeye çalışan mevcut rejimin yıkılmasını istiyoruz; ama onun yerine kapitalizmin görece “demokratik” bir siyasal sisteminin kurulmasına tav olmak, sınıfsal ve patriyarkal tahakkümün devamına razı olmak niyetinde değiliz!
Biz mücadelenin her aşamasında taktik esnekliklere sonuna kadar açık olarak, ama gözümüzü sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız özgür bir dünya, komünizm hedefinden bir an bile ayırmadan tutumumuzu belirler ve hareket ederiz. Dolayısıyla biz, faşizmin püskürtülmesinin ardından dört başı mamur bir burjuva siyasal sistemine dönme niyetinde değiliz. Biz o süreçte ortaya çıkan toplumsal enerjinin, demokrasinin kapitalizmin sınırlarının ötesine götürülmesi, özgürlüklerin en uçlara kadar genişletilmesi için çaba göstereceğiz. Bizim güncel hedefimiz, restorasyon değil, toplumsal mücadelelerle sosyal cumhuriyete evriltilebilecek bir “demokratik cumhuriyet”tir.
HDP ve Altılı
Kimi muhalifler yazarların Altılı’nın toplantılarına HDP’nin neden davet edilmediğini sorguladığı görülüyor. Öncelikle belirtmeliyiz ki HDP’nin, perspektifi burjuva restorasyonundan öteye gitmeyen, sermaye partilerinin oluşturduğu böyle bir zeminde yeri yoktur, olmamalıdır. Ama bu demek değildir ki HDP bu zeminle hiçbir ilişki kurmasın, gerektiğinde ve ilkeli bir tarzda işbirliği yapmasın! Bu iki güç odağının (HDP ve Altılı) işbirliğine ihtiyaç vardır. HDP ikircimsiz ve nettir. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde HDP ve kitlesi bu politik esnekliğin muhteşem bir örneğini vermiştir ve bundan sonra da vereceğine şüphe yoktur.
Altılı eğer tek adam diktatörlüğünden kurtulmakta samimi ise, HDP’yle işbirliğini kabul etmeyi içlerine sindirmek zorundadır. HDP olmadan ne bu karanlık günlerden kurtulmak mümkün olur ne de sonrasında az çok yaşanabilir bir toplumsal düzen kurulabilir!
Üçüncü Yol siyaseti ve Demokrasi İttifakı
HDP’nin tüm temel belgelerinde ifadesini bulan perspektif, burjuvazinin her iki kanadının ve kapitalizmin ufkunun çok ötesine uzanıyor. HDP’nin perspektifi, Üçüncü Kutup ya da Üçüncü Yol dediğimiz siyasi çizgide somutlaşır.
Üçüncü Yol emekçilerin ve ezilenlerin tarihsel ittifakıdır. Emekçilerin ve ezilenlerin düzen içi kutuplaşmaların ve seçeneklerin dışında ve ötesinde konumlanışıdır. Üçüncü Yol demokratik bir cumhuriyetin kurucu güçlerinin açığa çıkarılması, yan yana getirilmesi ve bir politik seçenek olarak gittikçe daha fazla görünür ve etkin kılınmasıdır.
Üçüncü Yol siyasetinin bugün tezahür ettiği siyasal biçimlerden biri, oluşum halindeki Demokrasi İttifakı’dır. HDP, bu ittifakın kurulabilmesi için ilk adım olarak bileşeni olan sosyalist örgütlerin dışındaki sosyalist parti/örgütlerle birlikte bir girişim başlattı. Yapılan iki toplantı sonrasında “ortak mücadele programının inşası, çalışmaların planlanması ve eşgüdümün sağlanması” amacıyla bir koordinasyon oluşturuldu.
Sol Parti bu toplantılara “ilkeler”ini gerekçe göstererek katılmadı. TKP ise ilk toplantıya katıldı; ikincisine ise bahane üreterek katılmadı. Her iki parti, ittifak koşulu olarak öne sürdükleri “laiklik, anti-emperyalizm ve kamuculuk” ilkeleri üzerinde HDP ile anlaşamayacaklarını savunuyor ve bu gerekçeyle bu ittifaktan uzak duruyor. Gerekçe mesnetsiz olsa da bu partilerin katılımı için ısrarla çaba gösterilmelidir. Demokrasi İttifakı esasında; emekçilerin, Kürtlerin, kadınların, Alevilerin, gençlerin, ekoloji hareketlerinin, LGBTİ+ hareketinin, aynı zamanda tüm emekçi ve ezilenlerin katılımıyla gerçek zeminini ve anlamını bulacaktır.
Bu ittifakın gerçekleşmesinin yarattığı güç ve sinerji, Türkiye’nin geleceğinin daha demokratik, daha özgürlükçü ve eşitlikçi, doğayla uyumlu ve müreffeh olmasını sağlayacaktır. Burjuva ittifakların kapitalizmle sınırlı ufkunun karşısında, Demokrasi İttifakı Demokratik ve Sosyal Cumhuriyet’e yürüyüşün toplumsal-siyasal gücünün adıdır.