2. Sayı (Mayıs 2022)
Gezi İsyanı’nın üzerinden 9 yıl geçti. Gezi ezilenlerin umudu, tiranların korkusu olmaya devam ediyor. Faşist tiranlar bir mahkeme tertipleyip Gezi’yi mahkûm etmeye kalkıştılar. Dostlarımıza, yoldaşlarımıza onlarca yıl ceza kestiler. Onları tutsak aldılar. Devrimcilerin ve demokratların tepkisi ile karşılaştılar. Altılı kanat bile tepki göstermek zorunda kaldı. Egemenler iktidardaki zamanlarının daraldığını görüyorlar ve duvara çarpmadan da durmaya niyetli değiller. Başka şansları da yok. Faşizan baskıcı uygulamalardan, çıplak şiddetten başka ellerinde araç kalmadı. Yeni çıkardıkları yasayla ve hükümetin tüm gücünü kullanarak yapacakları bir seçimde dahi kazanamayacaklarını biliyorlar. Olağanüstü haller yaratıp saraylarında kalacaklarını sanıyorlar. Oysa artık halkın geniş kesimleri rıza göstermek şöyle dursun alabildiğine öfkeliler; açlar, işsizler, neredeyse tüm demokratik hakları gasp edilmiş, patronların cepleri dolacaksa canlarının bir değerinin olmadığını zihinlerine kazımış durumdalar.
Ukrayna’da emperyalist felaket
Trump seçimde kaybedince dünyada ılımlı bir siyasal ortam oluşacağına dair umutlar yeşermişti. Yakın zamanda gerçekleşen Almanya seçimleri de bu umudu büyütmüştü. Ama saldırgan emperyalizm hız kesmedi. ABD’nin fabrika ayarlarına döndüğünün işaretleri belirginleşti ve Ukrayna Savaşı ile dünya halklarının korkulu rüyası NATO bir kez daha öne çıktı. Biden, ABD derin devletinin en has elemanı olduğunu tekrar ispatlıyor. 12 Eylül Askeri Cuntası, ABD’nin “bizim çocuklarının” marifetiydi. Cuntayı teşvik eden ABD’li yetkilerden biri de Biden’dı. Yani Biden, bugün Ukrayna’da savaşı kışkırtan NATO’ya 45 yıldır hizmet etmektedir.
Diğer taraftan Almanya’da Sosyal Demokrat ve Yeşillerin çoğunlukta olduğu yeni hükümetin tavrı da farklı olmadı. Savaş kışkırtıcılığında ABD’den geri durmuyor. Savunma harcamalarını artıran hükümet, on yıllardır pasifist politikalar izleyen Almanya’da köklü bir değişimin önünü açıyor. Alman sosyal demokratları, Birinci Dünya Savaşı’ndaki ayarlarına dönüyor: Dünya halklarına ve işçi sınıfına ihanet. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, kentleri bombalaması ve çok sayıda sivilin ölmesine neden olmasını gerekçe gösteren ABD ve Almanya’nın öncülüğünde NATO genişliyor; İsveç ve Finlandiya’yı kapsamaya hazırlanıyor; Ukrayna ordusuna silah satıyor, para yardımı yapıyor, danışmanlık veriyor, en ileri teknolojisini kullandırıyor.
Sovyetler dağılırken emperyalist dünyanın yeni aktörleri de bir anda sahneye çıkmışlardı: Rus oligarklar. Eski sovyet ülkeleri birkaç istisna haricinde Rusya’nın arkasına dizildiler. Oligarklar kendilerine uygun has bir yönetici de buldular çok geçmeden: Vladimir Putin. Rusya’nın hegemonyasına ayak direyen ve Batı Cephesi’ne göz kırpan Ermenistan, Gürcistan ve Ukrayna ise sırayla hedef haline geldiler. Rusya gerektiğinde silahlı gücüyle bu ülkelere müdahale etmekten geri durmadı. Son olarak Ukrayna parça parça, ardından topyekûn hedef alındı.
Bugün geldiğimiz aşamada en az 5,5 milyon Ukraynalı göçmen Avrupa’ya yayılmış durumda. Göçmenleri çok zor koşullarda geçirecekleri yıllar bekliyor. İkiyüzlü Batı kapitalizmi, Ukraynalı göçmenlere kamplarında yer açmak için Ortadoğulu, Afgan, Afrikalı göçmenleri sınır dışı etmeyi tartışıyor.
Enerji savaşları Ukrayna Savaşı ile sertleşti. Rus oligarkların servetine ABD’li ve İngiliz oligarklar el koyuyorlar. Rus olmak başlı başına suç. Irkçılık yeniden sahne aldı. Sanatçılar, sporcular dışlanıyor. Dostoyevski bile “lanet bir Rus” olarak suçlu.
21. yüzyılda emperyalizm kendini yeniliyor, artık adı felaket kapitalizmidir
Felaket kapitalizminin dünyayı yok edişi savaşlarla hızlanıyor. Savaş, eğer barıştan daha kârlıysa emperyalizm hayatları yok sayar, yok eder. Covid-19 pandemisi, 21. yüzyıldaki felaketler dizisinin epizodu gibiydi. Emperyalistler için prova olarak kullanıldı. Tedarik zincirleri ve enerji hatları için yeni seçenekler test edildi. 4. Sanayi Devriminin arifesinde teknoloji egemenliğinin eşitsizlikleri büyüteceği, ezilen geniş yığınlar için büyük bir tehdit oluşturduğu belirginleşti.
Öte yandan kapitalist sağlık sistemlerinin tüm dünyada çaresiz kaldığını gördük. Gerçi “artık nüfus”un bir bölümünün ölmesi sistem için “kârlı” bile görüldü. Aşıdaki tekelleşme, emperyalist canavarlığın yeni bir sonucu olarak karşımıza çıktı. Mazlum halklar için gıda krizi derinleşmekte. Fütursuz üretim, iklim krizini geri dönülemez sınırlara taşıyor.
Dünya halkları ve tüm canlılar, 2008’den beri kapitalist dünyanın yaşadığı krizin iki karşıt sonucuna doğru hızla ilerliyor: Ya topyekûn yıkım ya da sosyalizm. Devletler arası yürütülen hegemonya savaşlarından medet ummadan dayanışmayı büyütmek mümkün ve şarttır.
Dayanışma ve mücadeleyi büyütmek
Topyekûn yıkıma, felaket kapitalizmine karşı mücadelenin de topyekûn bir enternasyonalist direniş ve mücadeleden geçeceği bilinmekte. Ne var ki sosyalist partiler henüz yetersiz, sendikalar kendilerini yenileyemedi, yeni enternasyonalist örgütlenme ihtiyacı yakıcı bir aciliyetle en önemli görevimiz.
Geçtiğimiz sonbaharda Şili’de Gabriel Boric’in ve Bolivya’da Luis Arce’nin seçim zaferleri hepimize umut aşılamıştır. Kötü pandemi yönetimi, ekonomik kriz ve anti-demokratik/baskıcı uygulamalara karşı dünyanın birçok ülkesinde protestolar, direnişler gerçekleşmiştir: Sri Lanka, Kazakistan, Brezilya, Bulgaristan, Eswatini, Kolombiya, Myanmar, Tunus, Hindistan, Tayland ve niceleri. Son dönemde Rusya’da işgal/savaş ve Putin karşıtı gösterilerin de özel bir önemi bulunmaktadır.
Türkiye’de emekçilerin seçimi için tarihsel eşik yaklaşıyor
AKP-MHP-Saray rejimi, iktidardaki ömrünü uzatmanın tek çaresinin saldırganlık olduğunu biliyor. İki büyük saldırı dalgası ile yüz yüzeyiz. Birincisi, muhalefet güçlerine karşı yürütülen siyasi linç. Gezi Davası kararı, HDP’nin kapatılması hevesleri, Kaftancıoğlu’na verilen hapis cezası, gözaltında ve cezaevinde işkence, seçim yasasının değiştirilmesi vs.
Düşman hukuku olarak tanımlanacak yargı süreçleri, kadın ve öğrenci hareketlerini de sindirmek için kullanılıyor. Şenyaşar ve Dedeoğlu aileleri davaları başka bir açıdan örnek davalar olarak iktidarın sopası işlevi görüyor.
İkinci saldırı dalgası, emekçileri (işsizler ve emekliler dâhil), köylüleri, küçük esnafı yoksullaştıran ekonomik saldırı. Yüksek enflasyon, yüksek kur ile alım gücü hızla eriyen çoğunluk, Cumhuriyet tarihinin en yoksul dönemlerini geçiriyor. Kapitalist ağababalar ise servetlerine servet katmakla meşgul.
TÜİK’in açıkladığı Nisan ayı verilerine göre enflasyon yıllık yüzde 70 olarak gerçekleşti. Bağımsız kuruluş ENAG ise enflasyonu yüzde 157 olarak hesapladı. TÜİK bile, ulaştırmada yıllık yüzde 106 ve gıdada yüzde 89 fiyat artışı açıkladı. TÜİK’e göre üretici fiyatları yıllık yüzde 122 artış gösterdi. Akaryakıt fiyatı yüzde 250, doğalgaz ve ham petrol yüzde 243,5 ve elektrik yüzde 247,5 arttı. Temel enerji fiyatları 3,5 kat artmış. Bu demek oluyor ki, tüketici fiyatlarındaki artış durmayacak, daha da yükselecek. Savaşın da etkisiyle ABD ve İngiltere merkez bankalarının politika faiz oranlarını yükseltmesinin, Türkiye’de döviz kuru artışlarını bir kez daha tetikleyeceği de düşünülürse emekçinin vay haline!
Asgari ücrete Ocak’ta ne kadar zam yapılmıştı sahi? Yüzde 50? İşçi ve emekli sefalete sürüklenmiş ve daha da sürüklenecek. Diğer yandan özel sektörde sendikalaşma oranı sadece yüzde 5,5. İşsizlik yüzde 22. Haliyle şirket kârları katlanarak artıyor. Beşli Çete’de simgeleşen yandaş sermaye grupları ihale üstüne ihale alıyor. Erdoğan, Arabistan seferlerinden birini daha gerçekleştirdi. Değirmene su taşıma derdinde.
Saray diktasının son dönemdeki dış politika hamlelerine baktığımızda tüm hesaplar seçimli ve seçimsiz iktidarda kalmak üzerine kuruluyor. Arap ülkelerinde ortaklar aramak, NATO’ya destek olurken İsveç ve Finlandiya’yı veto etme kartıyla elini güçlendirmek, ama öte yandan Rusya ile teması kesmeyerek elindeki kartları çeşitlendirmek, yeni bir Güney Kürdistan harekâtı ile sömürgeci hamleleri sürdürmek. Sermaye grupları, içerideki kriz sürerken dış yatırımlara öncelik verecekse bu atak dış politikadan fayda göreceklerdir. Özetle Erdoğan’ın hamleleri, sermayedarların onayı ile ve onların memnuniyeti içindir. Erdoğan, sermayedarların kendisine verdiği desteği pekiştirmek istemektedir.
Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ni savunuyor
Erdoğan’ın hukuksuz bir şekilde Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden çekmesinin üzerinden 14 ay geçti. Bu dönemde 322 kadın cinayeti işlendi; 260 kadın da şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Kadın örgütleri, İstanbul Sözleşmesi’nin terk edilmesini dava etti. 28 Nisan’da Danıştay’da görülen duruşmada Danıştay savcısı, Sözleşme’den çekilmenin hukuksuz olduğu yönünde mütalaa verdi. Davanın görüldüğü 10. Daire’nin beş hâkiminden birinin AKP döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesinde hukuk müşaviri olarak çalışmış olması nedeniyle kadın örgütlerinin avukatları redd-i hâkim talebinde bulunsa da bu talep kabul edilmedi. Hukuk komedyasının yaşandığı günümüzde kadın örgütleri mahkeme salonlarında değil, meydanlarda haklarını kazanacaklarını çok iyi biliyorlar.
Altılı henüz masadan kalkamadı
Muhalefet Altılısı, toplantı üzerine toplantı yapmakta. Ama henüz halka ne vaat ettiklerini açıklamadılar. Emekçilerin lehine bir ekonomi programı, grevli-toplu sözleşmeli sendika yasası, demokratik haklarının tesisi, Kürt sorunu vb. temel konularda net bir tutum alacaklarına dair hiçbir işaret görülmüyor. Muhalefet Altılısı ancak AKP sonrası dönemin restorasyon projesine aday. Yani göstermelik hak iadeleri, parlamentarizm, kısmi refah artışı, yani fasa fiso demokrasisi. En başta CHP’nin kendi fabrika ayarlarını terk etmesi gerekir. Kılıçdaroğlu 1970’ler Ecevit’inin kopyası olacaksa, ki bunun böyle olacağı neredeyse kesindir, geniş yığınların bugünkü isyanına ihanet etmiş olacaktır.
HDP ile Demokratik Cumhuriyet’e
Devlet, yirmi yıldır HDP’nin seleflerini kapattı. Şimdi de niyetleri bu. HDP’nin temsil ettiği kalabalıklardan, HDP’nin savunduğu ilkelerden, HDP’nin vaat ettiği gelecekten korkuyorlar. HDP’nin mevcut bileşenleri bununla yetinmeyip yeni ittifaklar arayışında. HDP emekçilerin ve ezilenlerin en geniş demokrasi ittifakı ile seçimlere girmeye hazırlanıyor. Sosyalist partiler ile yapılan görüşmelerin yanı sıra kadın örgütleri, doğa ve yaşam savunucuları, alevi dernekleri, insan hakları örgütleri, yöre dernekleri vd. ile kurulacak ortaklık seçimlerin de ötesinde bir gelecek tahayyülü olarak vücut bulacaktır.
AKP-MHP-Saray rejiminin defedilmesi için HDP kilit role sahiptir. Ama daha da önemlisi HDP, restorasyon heveslerine karşı demokratik halk iktidarı seçeneği ile yanıt verecektir; vermelidir. Ezilenlerin seçimi için tarihsel eşik yaklaşıyor. Öncelik tabii ki Saray diktasını devirmektir. Bunu sağlarken göstermelik demokratik restorasyon Altılısı’nı da şimdiden uyarmak gerekiyor. Bize düşense sokakta, alanlarda, işyerlerinde, sandıkta demokratik cumhuriyet mücadelesini yükseltmektir.