Geri dönüşü olmayan sınıfsal ve gezegensel felaketler, medeniyetin çöküşünü ve insanlık için mutlak bir felaketi heceliyor. Kapitalizmin motoru ve aynı zamanda amacı sonsuz, katlanarak artan sermaye birikimi olduğu için bu sistem ancak yok etme yolunda ilerleyebilir. Böyle bir sonuçtan kaçınmak için dünyanın şu andaki yönelimi göz önüne alındığında, “sürdürülemez” kapitalist sistemi değiştiripolağan seyri tersine çevirmek gerekir. Bu benzeri görülmemiş zorluklara ve çoklu felaket seviyelerine karşı tek rasyonel, radikal yaklaşım, hayatta kalmaya giden bir yol olarak sosyalizmdir.

Savaşlar nedeniyle milyonlarca insan yerleşik yaşamlarından kopmak zorunda kalıp mülteci oldu. Son örnek olan Ukrayna’dan başlayarak Afganistan, Suriye ve niceleriyledevam edebiliriz. İşsizlik ve açlıkla boğuşan milyarları da buna ekleyebiliriz. Aynı zamanda, yoğun yağışlar, megafırtınalar, seller, sıcak hava dalgaları, kuraklıklar, orman yangınları ve musonlar nedeniyle şu anda milyonlarla ifade edilen mülteci sayıları, çok yakın gelecekte yüz milyonları bulacak. Tüm bunlar, şu anda kapitalizmin geçmekte olduğu veya ihlal etmekle tehdit ettiği tek bir sınır olmadığı gerçeğiyle daha da karmaşık hale geliyor.

Kapitalist ekonominin krizleri bitmiyor, bitmeyecek. Doğanın da içine çekildiği kriz kanser hastalığının dördüncü evresi durumuna benzetilebilir. Her ikisine de neden olan virüs kapitalist üretim, tüketim ve sömürü sisteminden kaynaklanıyor. Dünyanın farklı yerlerinde, Latin Amerika’dan Avrupa’ya; halklar, işçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, ekolojimücadelesi verenler yaşamlarını ve geleceği değiştirmek için çaba göstermektedirler; fakat bu tekil çabalar sistemi yıkmak için yeterli değildir. Yaşamları, toplulukları korumak için halkların kendi kendini harekete geçirmesi; üretim, tüketim ve enerji kullanımını tamamen yeniden düzenlemenin bir parçası olarak varoluşun her düzeyinde devrimci değişiklikler gerçekleştirmesi, hayatta kalmanın yolunu oluşturmaktadır. Ne var ki bunu gerçekleştirmek için henüz gerçek bir enternasyonalist dayanışma inşa edilememiş, bir strateji oluşturulamamıştır; bazı çabalar olsa da çok yetersizdir. Sınıf, toplumsal cinsiyet ve emperyalizm gerçekliklerini büyük ölçüde reddeden baskın liberal, bireysel “uyum” ve “dayanıklılık” nakaratlarını aşan, geniş bir devrimci ve sosyalist stratejiye ihtiyacımız bulunmaktadır.

Henüz gerçek bir enternasyonalist dayanışma inşa edilememiş, bir strateji oluşturulamamıştır; liberal, bireysel “uyum” ve “dayanıklılık” nakaratlarını aşan, geniş bir devrimci ve sosyalist stratejiye ihtiyacımız bulunmaktadır.

Fransa’da milletvekili seçimlerinin bize anlattıkları

Başkanlık seçimlerinde birinci turda havlu atan, son ikiye bile kalamayan Melenchon, parlamento seçimlerinde sol ittifakı büyük ölçüde kurarak NUPES’le (Nouvelle Union populaireécologique et sociale – Halkın Yeni Ekolojik ve Toplumsal Birliği) ciddi bir zafere imza attı. NUPES, başkanlık seçimlerinde Le Pen’de vücut bulan faşizm tehlikesine karşı gönülsüzce de olsa Macron’a oy veren sol, demokratkesimlerin oylarının çoğunu ENSEMBLE’den kopardı.

Seçimlerin sol bir zaferle sonuçlanmasına rağmen meclistekiaritmetiğin net sonuçlar üretememesi, yeni hükümetin nasıl kurulacağı sorusunu da beraberinde getirdi. Macron hükümeti bir biçimde kursa bile mecliste yasal düzenlemeleri nasıl yapacağı meçhul. Fransa’da hükümet kurmak için meclis çoğunluğu gerekmese de yasal düzenlemeler için buna ihtiyacı var. Halkın ekonomi ile ilgili huzursuzluğu devam ediyor, Macron’un geçen döneminde halkın durumunu hiç dikkate almadan yasalarda yaptığı değişikliklere halkın tepkisini, Sarı Yelekliler ve ardından ona eklemlenen işçi sınıfından milyonların kentlerde sokakları doldurduğu görüntülerden hatırlıyoruz. Fakat bu süreçte iktisaden ciddi biçimde rahatsız, özellikle kırsal kesimdeki işçi sınıfının epey bir kesiminin Le Pen’e oy verdiğini ve faşist harekete meylettiğini de not düşmemiz gerekir. Solun örgütsüz ve dağınık olmasını ve göçmen işçi artışının bu en geri kesimlerde yarattığı hezeyanı doğru tespit etmek gerekiyor.

Macron şimdi hükümeti kimle/kimlerle kuracak? Belirsiz olmakla birlikte, Le Pen’le kurma ihtimali göz ardı edilemez.Fransa seçim sonuçlarının tek zorlananı Macron olmayacak kuşkusuz. NUPES’in önünde de zorlu bir dönem var; hem ittifakının dağılmadan önümüzdeki süreçte devam etmesi hem de aldığı oyların gereğini yapıp gerçek bir muhalefeti hayatın içinde örmesi gerekiyor. Halkın umutsuzluğunun oy vermeye giden seçmen sayısındaki azlığa yansıdığını biliyoruz;özellikle genç nesillerin geleceğe yönelik umudunun yeniden sağlanması, Fransa gibi adı belleklere devrimlerle kazınmış bir ülkede siyasal olarak çok önemlidir.

Latin Amerika’da rüzgâr soldan esmeye devam ediyor

Yıllardır narko bağlantılı sağ iktidarların hüküm sürdüğü Kolombiya’da seçimler sonuçlandı; sol ittifak eski gerilla hareketinden Gustavo Petro ile seçimi kazandı. Geleceği ne olur bilinmez tabii, kapitalizmin bu denli vahşi olduğu bir ülke için öngörüde bulunmak zor. Zaten seçim gününe kadar da kimse tahminde bulunamıyordu; çünkü paramiliter güçlerin ve onları yöneten devlet içindeki odakların bugüne kadar kendilerinin karşılarında adaylığa cesaret edenleri, onları destekleyenleri tereddüt etmeden öldürdüğü bilinen bir gerçekti. Kolombiya gibi ölümün sıradanlaştığı bir ülkede seçimi Sol İttifak Tarihsel Pakt kazandı; çünkü gerçek bir demokrasi ittifakı kuruldu ve halk güçlü bir biçimde “Basta ya!” (yeter artık) dedi. FARC’ın barış anlaşmasını imzalamasından bu yana 6 yıl geçti ve iktidarlar verdikleri sözleri tutmadığı gibi, binlerce eski FARC üyesi paramiliterlereliyle devlet tarafından öldürülmüş, onların boşalttığı alanı uyuşturucu mafyasının doldurması sağlanmıştı. Diğer yandan, eski FARC üyelerinin bir kısmı ve ELN, silahlı mücadeleye devam etmektedir. Tüm bu nedenlerle Kolombiya aklımızda tutmamız gereken bir örnektir.

Fransa’da Melenchon ve Kolombiya’da Gustavo Petro liderliğinde kurulan sol ittifaklar, dünya halklarına ve işçi sınıfına umut aşıladı. Türkiye’de de yaklaşan seçimler ve sonrası için doğru yol haritası, bu ülkelerdeki başarılardan kolaylıkla anlaşılabilir.

Türkiye’nin hali, ahvali

Önce AKP iktidarının ve onun emrindeki kolluğun Onur Yürüyüşü’nü yaptırmamak için LGBTİ+’lara ve onlara destek için sokağa çıkanlara başta İstanbul olmak üzere her yerde yaptığı işkence ile gözaltılardan, saldırılardan başlamamız gerekir. Tüm baskılara rağmen ülke genelinde binlerce kişi sokağa çıkmış ve tekrar “LGBTİ+’lar vardır” demiştir.

İstanbul Sözleşmesi’nin iptali için debelenen iktidarın bu sözleşmeye karşı olmasının bir nedeninin de LGBTİ+’larınkorunması olduğunu ve Cumhurbaşkanı ile AKP’lilerin nefret sözlerini hatırlıyoruz. Faşist, İslamcı güruhun LGBTİ+’larasaldırıları sırasında polisin tavrı gelecekte karşılaşacağımız saldırılara yönelik de önemli bir veri idi.

HDP kongresi düşman çatlattı

HDP’nin tüm illerde yaptığı kongrelerden sonra büyük kongresi Ankara’da yapıldı. AKP-MHP faşist ittifakından CHP öncülüğündeki Altılıya kadar herkesin gözüüzerimizdeydi. HDP’ye ve kadrolarına bugüne kadar yapılan dur durak bilmez ağır saldırılara rağmen görkemli bir kongre gerçekleşti. Salona giremeyen binlerce kişi vardı. “HDP halktır, halk burada” sloganı ve tabii ki halaylarımız ile güçlü bir mesaj verildi.

HDP’nin kapatılması isteğini her fırsatta dile getiren, buradan nemalanacağını düşünen iktidarın beklediği dağınıklığı yaratamaması birilerini epey üzmüştür herhalde. HDP bu ülkede tek “gerçek muhalefet”, halkların, işçilerin umudu olduğunu bir kez daha göstermiştir.

HDP’nin kongrede, faşizme ve onun dümen suyundan beslenenlere verdiği en önemli mesaj “Demokrasi İttifakı”nayaptığı vurguydu. Artık bunu hayatın içinde büyütmek için gerekli adımları atması gerekiyor, kongre bitti herkes evine döndü, şimdi daha fazla çalışma zamanı.

“Demokrasi” sınavı bize, biz ona bakıyoruz…

Demokrasi İttifakını gerçek anlamda halkın içinde, işçisi, köylüsü, sendikası, kadınları, Kürtleri, ekolojistleri birliktekurup sınavı geçip geleceğimizi inşa edebilecek miyiz? Bunu gerçekleştirecek iradeyi başta HDP göstermelidir. HDP’niniçindeki Kürtler ve sosyalistler; Parti dışındaki bir kısımsosyalist hareketlerle, partilerle bir araya gelerek önemli bir adım atmıştır. Fakat bu adımı ileriye taşımak, yerellerde büyüyüp serpilmesine altyapı sağlamak görevi halen yerine getirilmiş değildir.

Faşizmin kurumsallaşmasını tamamlamasına ramak kalmıştır. Her gün seçim konuşuyoruz, biz ve herkes; fakat bu seçimin ve öncesinin nasıl olacağını öngörmek zor değildir. İktidarın etrafında kümelenen SADAT ve diğer adını bilemediğimiz paramiliter yapılardan kolluğa, ortaya saçılanların buzdağının sadece görünen tepesi olduğunu iyi kavramak gerekir. Geleceğimizin tümden kararmasına engel olabilmek için örgütlü bir karşı duruş gerekir. “Seçim güvenliği” sadece sandıklara sahip çıkmak ve seçim gününde orada olmak değildir; aynı zamanda seçime giden süreçte oluşacak sorunların, saldırıların da üstesinden gelecek bir örgütlülüktür.Bunu gerçekleştirmenin ve geleceği kazanmanın tek yolu vardır; hayatın içinde devrimcisi, demokratı soldan bakan herkesi kapsayacak bir toplumsal hareket yaratıp önce faşizmi defedip seçim sonrasında da ülkeyi “restorasyoncu” CHP’ye teslim etmeden, barışı halklar eliyle inşa ederek demokratik ve sosyal bir cumhuriyet yolunda ilerlemek.

Halk ağır enflasyon ve baskılar altında inliyor. İşsizlerin iş bulma umudu kalmıyor. Sefalet büyük çoğunluğun sanki kaderi. Her ne kadar demokrasi ve barış talebi hayatî olsa da halk iş ve aş için bu iktidara “Yeter artık” diyecektir, demelidir.

Yoksulluk, işsizlik, sefalet

Halk ağır enflasyon ve baskılar altında inliyor. Bir parmak bal çalma türünden yapılan ücret artışının kimseyi kandıramadığı aşikâr. İşsizlerin iş bulma umudu kalmıyor. Sefalet büyük çoğunluğun sanki kaderi. Her ne kadar demokrasi ve barış talebi hayatî olsa da halk iş ve aş için bu iktidara “Yeter artık” diyecektir, demelidir.

Sendikalarının etkisizliği ve dağınıklığına rağmen işçi direnişleri canlılığını sürdürüyor. İşçiler sokağa da çıkıyorlar ve kimi kazanımlar da elde ediyorlar. Fakat bunlar yetmiyor;ekonomik kazanımlar hızla eriyor ve elde edilen haklar geri alınıyor. Yapılması gereken, işçilere sadece işyerlerinde değil evlerinde, mahallelerinde de ulaşmak, ortak sorunlarımızı paylaşıp bu enerjiyi halkın kendi meclislerine akıtmaktır. Ama tabii önce bu meclisleri kuracak adımları atmak gerekir.

Halk korunmasızdır; doktorların, avukatların vurulduğu, kolluğun ve yargının seyrettiği bir ortamdayız. Yetmezmiş gibi AKP’nin bakanı bu olayların ardından sokağa çıkma kararı alan TTB’yi eleştiriyor; yasal protesto hakkını kullanan sağlık emekçilerine polis şiddeti uygulanıyor. Trajik durumun olağan, sıradan hale getirilmeye çalışıldığı bir tabloyla karşıkarşıyayız.

Yukarıda örnek verdiğimiz ülkelerde ya da daha önceki örneklerde gerçekleştirilebilen demokratik/sol

ittifaklar halklara umut olmuşlardır. Biz de yapabiliriz? Yeter ki hareket etme isteğimiz olsun; durmak bizi yok edecek, bunu idrak etmek zorundayız.

Ekolojik yıkımın boyutu hem bütün türleri hem de bizi tehdit ediyor

Türkiye’de yıkımın boyutu “kriz” sözcüğünün çok ötesindedir. Orman yangınları yine ülkeyi kasıp kavurmaktadır ve iktidar ya müdahalede “geç kalmakta” ya da cılız müdahaleleri ile 5’li çeteye, endüstriyel ormanlara vb. yer açmaktadır. Doğanın tahribatı öyle bir boyuta ulaşmıştır ki çok ileriye filan bakmaya gerek yok; bugün yıkım etkilerini göstermektedir. Sadece dışsal doğa yok olmuyor, parçası olan bizler dedoğrudan etkileniyoruz. Aşırı hava olayları nedeniyle insanlar büyük travmalar yaşıyor. Ayrıca “orman yangını dumanına, atmosferik toza ve alerjenlere daha fazla maruz kalma” nedeniyle “iklime duyarlı kardiyovasküler ve solunum sıkıntısı” ile mücadele ediyorlar. Isı dalgaları hava kirliliği olaylarını artırıyor. İklim değişikliği ve aşırı hava olayları “gıda ve su güvenliğini” azaltıyor, tüm gezegende olduğu gibi bizde de.

İklim eşiği hızla aşılıyor, orman kayıpları geometrik olarak artıyor ve bu nedenle biyoçeşitlilik kaybıyla bağlantılı aşırı ve yüksek risklere, ekinlerin sulanması için eriyen su mevcudiyetinde dramatik bir düşüşe, yer üstü ve yeraltı suyu mevcudiyetinde ciddi bir azalmaya, toprak sağlığının bozulmasına, yaygın gıda güvensizliğine, “düşük suların, derelerin taşmasına” yol açıyor.

Türkiye’nin yayılmacı heveslerinin yeni kurbanları Zaho’ya tatile gelen Kürt ve Araplar oldu; Habur Çayı kana bulandı. Ülkemizde, bölgede ve dünyada barışın sağlanması, halkların ortak mücadelesi ile mümkün olacaktır.

İktidar kadınlardan korkuyor, korkmakta haklılar

Son yıllarda bu iktidarı kadınlar kadar kimse hırpalayamadı. Dirençleri her kesime örnek olacak kadar büyük. Dayak da gözaltı da mahkemeler de kadınları durduramıyor; haklarını, yaşamlarını savunmak için birlikte mücadele ediyorlar. İktidar kendi korkuyor ama tüm zulmüne karşın kadınları korkutamıyor; kadınlar yine, “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz, bizim için bitmedi” diyerek pek çok ilde sokağa çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde Danıştay’ın aldığı sözleşmeden çıkma işleminin iptali istemini reddeden kararıise kadınların mücadelesini asla durduramayacaktır. Feminist isyan, faşizan iktidarın baş edemeyeceği düzeydedir artık.

Zaho’da siviller katledildi

Dergimiz baskıya hazırlanırken yeni bir katliam haberiyle sarsıldık. Güney Kürdistan’da Zaho’da siviller bombalandı. Aralarında çocukların da olduğu 9 kişi hayatını kaybetti; 23 kişi de yaralandı. Türkiye’nin yayılmacı heveslerinin yeni kurbanları Zaho’ya tatile gelen Kürt ve Araplar oldu; Habur Çayı kana bulandı. Ülkemizde, bölgede ve dünyada barışın sağlanması, halkların ortak mücadelesi ile mümkün olacaktır. Emperyalist saldırganlığı, halklarımızın dayanışması ile alt edeceğiz.